Taksi, otobüs derken Semerkant’tan Taşkent’e tren ile gidelim dedik. Biletleri web sayfası üzerinden aldım, çünkü bir youtuber’ın videosunda görmüştüm, uygulamada bizim kredi kartlarını kabul etmiyormuş. Site adresi https://eticket.railway.uz/en/ ana siteye girince nereden nereye çıkıyor, dolduruyorsun. Seni buraya atıyor, bir daha dolduruyorsun. Seçenekler çıkıyor.
Bileti alırken aynı saatte iki ayrı tren gözüküyordu, birini seçtim. 150 bin som olan en erken ve ucuz seçeneği seçtim. Sabah tren garına gidince olay belli oldu, iki ayrı yerden gelen tren burada birleşiyormuş. Sonuçta ikisi de aynı trenmiş. Altı kişilik kompartımanda biz ve iki genç var. Koridorda ise bir kaçında müzik aletleri olan gençler bir oraya bir buraya gidiyorlar.
Tren yolculuğu dört saat sürüyor. Son bir saat kala iki genç ile samimi olduk. Biri telefondan bir dizi izliyordu. Murat “Kurtlar Vadisi mi?” diye sorunca cevap “Çukur” oldu. İskambil kağıtlarını çıkardılar, bilmediğimiz bir oyun oynadılar. Bir tanesi oyun sırasında “uzun ince bir yoldayım” türküsünü mırıldanıyordu. Yolculukta iyice canı sıkılan Murat “pişti biliyor musunuz?” diye sordu, sonra da öğretmeye kalkıştı. Ama kendi de doğru dürüst bilmiyormuş. Neyse gençlere piştiyi öğrettim. Pişti gibi basit bir oyunu bilmemeleri bana ilginç geldi. Sonra anlaşmaya çalışırken bir şekilde konservatuvar öğrencileri olduklarını ve Semerkant’ta bir konserden döndüklerini anladık.
Özbekçe’yi anlamak
Özbekçe’yi anlamak o kadar kolay değil. Yani bir kaç kelime yakalanıp duruma göre anlaşılabiliyor ama mesela bir Azeri ile olduğu gibi bir konu üzerinde konuşulamıyor. Ben bu durumu İspanyolca Portekizce gibi diye söylüyorum ama yıllarca Brezilyalı turistler ile çalıştım, İspanyolcayı yavaş konuşunca gayet iyi anlıyorlar. Ama tersi olmuyor, İspanyollar Portekizce’yi anlamıyorlar. Şimdi bazıları Azeri Türkçesi, Özbek Türkçesi diyorlar. O zaman Latincenin çıktığı İtalya baz alınsın; İspanyol İtalyancası, Fransız İtalyancası densin. Ki ben çok da mükemmel olmayan İspanyolcam ile Fransızca bir filmi alt yazılı izlediğimde hemen hemen anlıyorum. İtalya’da, Brezilya’da sorunsuz dolaştım. Latin ailesinden gelen diller de biri birine çok yakın. Sonuç olarak gidip gördükten sonra Özbekçe, Kırgızca, Kazakça ve hatta Azerice benim fikrim aynı aileye mensup ama ayrı dillerdir.
Tren’de konser
Evet, seyahatimize dönelim. Bir anda kompartımana kızlı erkekli gençler doluştu, kapıyı kapadılar. Bir tanesi size Türkçe konser vereceğiz gibi bir şeyler söyledi. Ve “uzun ince bir yoldayım” ile onların deyişi “temaşa” başladı. Aralıklı videolarını çektim ama bazılarında telefonun çekim tuşuna basmamışım. Elimde olan bir bölümü aşağıya koyuyorum.
Taşkent’te hostelin resepsiyoncusu eleman beş sene Türkiye’de tekstilde çalışmış. Şansımıza yine Türkçe konuşan birine denk geldik. Charsu Bazaar yani Çarşı Pazarına belediye otobüsü ile gidebileceğimizi söyledi. Otobüs durağı Na Bobura Hostelin hemen önünde.
Taşkent’te belediye otobüsleri
Taşkent’te belediye otobüslerine herhangi bir kapıdan binilebiliyor ve inilebiliyor. Otobüslerde biletçi var, arada bir içeride tur atıp paraları topluyor. Buhara’da falan küçük otobüsler vardı, ücret doğrudan şoföre ödeniyordu. Otobüsler temiz ve kaliteli, yine Yutong marka. Her kapıda ödeme terminalleri var, baktım bazı kişiler biletçiye banka kartlarını veriyorlar, o da oraya dokundurup temassız ücreti alıyor. Acaba ben de kredi kartı ile mi ödesem diye düşünürken aklıma telefon geldi. NFC’yi açıp telefonu dokundurdum. “To’qlandı” gibi bir şey yazdı, yeşil çek işareti ile aynı zamanda 2.82 kuruş işlem bildirimi telefonuma geldi. Bu 1020 som ediyor. Eğer keş ödeseydim 2000 som olacaktı. Hem ucuz hem pratik. Ertesi gün metro’yu da aynı şekilde ödedim. Hatta acaba iki ödeme yapılabilir mi diye de denedim. Evet oluyor ama “Yanlışlıkla dokunmadın değil mi?” gibi bir soru çıkıyor. Ekranda Rusça “Da” olduğunu sandığım iki harfli yeşile tıklıyorsun, bu kadar.
Charsu Bazaar
Charsu Bazaar buranın en meşhur pazar, sanırım tüm turistlerin uğrak noktası. Taşkent; Buhara, Semerkant gibi tarihi bir şehir olmadığından öyle görülecek çok şey yok ama geniş caddeleri, yeşil parkları, içinden geçen nehir vesaire bana vakit geçirmesi keyifli bir yer gibi geldi. Zaten buraya kadar türbe ve medreselerin en önemlilerini gördük. Gerçi pazarları da gördük ama Lonely Planet “Top Sights” demiş. Charsu Bazaar otağ şeklinde dev bir kubbesi olan bir yapı, bayağı uzaktan görülüyor. Etrafında bir meyve sebze pazarı var. Bu yuvarlak binaya girince; alt kat kasaplar falan. Üst kat ise kuru yemişciler. Bu üst bölümde aynı Semerkant Siyop pazarında olduğu gibi bir sürü kuru yemişçi ve tek tük turistler var. Bunlar kime satıyor bu kadar ürünü anlamadım.
Türküm deyin hep bir ağızdan “abi, abi” diyorlar. Bu önceki şehirlerde de aynı idi. Kuru yemiş fiyatları pek ucuz değil ama Türkiye’den ucuz. Yolda izde yerim diye yarım kilo badem aldım ama kabukları çok sert imiş, sonra başıma dert oldu. Son gün bir daha buraya gelip tekrar badem aldım, ama bu sefer biraz daha pahalı olan kabuğu çıt diye açılıp içinden ikiz çıkanlardan. (Son gün ayrıca buradan at eti aldım, sanırım kavurma gibi bir şey. Hala derin dondurucu da duruyor. Orada yedim ama şimdi evde bu satırları yazarken, ne bileyim, daha yemeğe karar veremedim)
Öğle yemeğini bitişikteki otoparkın alt katında sadece üstü başı dökülen tiplerin yediği bir yerde yedik. Murat sever böyle pis yerleri. Önce yemeyecektim ama haşlamayı bir deneyeyim dedim. İdare eder, ama bir daha oraya gitsem, yemem. Siz de giderseniz yemeyin. Etrafta kaliteli ve fiyatı uygun bir sürü yer var.
AVM’ler
Sonra değişiklik olsun diye hostele yakın Next AVM’ye döndük. Bir numarası yok, sadece süpermarket son gün işimize yaradı. Yeşil çay salam, falan aldım. Next’den çıkınca hostele ters tarafa devam ettik. Daha yarısı bitmiş başka bir AVM ama bunun ortasından nehir geçiyor. Adı Seoul Mun. Biraz daha ilerisi ise Magic City. İyi ki LED teknolojisi icat edildi, bu AVM ışıl ışıl, ortasında koca bir göl var. Gece her saat başı su ve ışık gösterisi yapılıyor. Bu AVM’lerde mağazaların bazıları tanıdık. LC Waikiki, De Facto, Köfteci Ramiz, Kebapçı Bahri gibi gibi. Akşam ortam bayağı kalabalık. Her şey “bolalar” (balalar) yani çocuklar için, ay balam ay balam. Tüm reklamlar, temaşalar falan. Kocaman bir bina; oyun salonu. Eh ne yapsın millet, içki yok, yemeği de yedin, bari çoçukları eğlendirelim modunda. Bir de Semerkant Registan meydanının kopyası var. Oralara kadar gitmeye gerek yok yani 😉
Magic City’den nehir boyunca aşağı doğru yollanınca Milliy Bog’. Kelimeyi çözümlersek; o’lar a okunuyor. Bu g’ ise yumuşak g. Bizdeki gibi üstüne değil yanına ‘ koyuyorlar. O zaman okunuşu Milli Bağ, anlamı ise Millet Bahçesi.
Taşkent’te ikinci gün
İkinci güne Timur meydanını ziyaret ile başladık. Hemen yakınında Emir Timur müzesi var. Giriş ücreti 40 bin som. Fotoğraf çekmek ayrıca ücrete tabi. İçeride öyle tarihi bir şey yok. Resimler, maketler ile Timur’un hayatı, yaptıkları işler anlatılıyor. Emir Timur Osmanlıyı darma duman ettiği için bizde biraz negatif anlatılır. Ama müzede gördük ki hiç öyle biri değilmiş. Bilim adamlarını toplamış, eğitime önem vermiş, bayağı fakirlere yardım etmiş falan. Emrah Safa Gürkan’ın Youtube kanalında anlattığına göre Timur Anadolu’ya girince Yıldırım Beyazıt ergen gibi gereksiz atarlanmış. Sonra çark etmeye çalışmış ama olanlar olmuş.
Metro
Müze sonrası meşhur metro istasyonlarını görelim dedik, yakında bir giriş var. Telefon ile ödemeleri yaptım. Ali Şir Nevai ve Kozmonotlar’ı gördük. Nerede okudum, duydum bilmiyorum. Bu istasyonları mutlaka görmek lazım falan diyorlardı. Evet, görülebilir ama çok da bir şey beklememek lazım. Tek dikkatimi çeken olay burada da yürüyen merdivenler Ukrayna ve Gürcistan gibi jet hızında. Şansımıza öğlen vakti istasyonlar boştu. İki gün sonra ise aynı saatte bayağı kalabalık vardı. Bir de metro’da inilecek istasyonu kaçırmamak lazım. Çoğu vagonda ne bir harita ne bir işaret ne de anons var.
Yine plov yemece
Sonra metro ile yine plov yemeğe meşhur Beş Kazan’ın (Besh Qozon) üç şubesinden birine gittik Burayı bize trendeki konservatuvar öğrencileri önermişti. Kapısında kocaman “Central Asian Pilaf Centre” yazıyor. Pilavların piştiği dev kazanlar gezilebiliyor, fotoğraf video çekilebiliyor. Mekan yine çok büyük, yüzlerce kişi pilav yiyor. Siparişleri alan garson “pilava ekstra at eti ister misiniz?” diye sordu. Hayatımda ilk defa “bilerek” at eti yedim. At etinden ayrıca bıldırcın yumurtası ve sarma da eklenebiliyor. Bir de salataya yeşil kişniş koymayın demeyi unutmamak lazım.