Bugünkü gezim, Ben Thanh market ile başladı, burası kapalı bir pazar yeri, tişört, meyve, et ve balık gibi hemen hemen her şey satılıyor. Burayı geçince Le Loi caddesinden devam edip buranın Bağdat Caddesi diyebileceğimiz Dong Khoi’ye geldim. Burada Devrim Müzesini ziyaret ettim, pek bir şey yoktu. Yeni evlenen bir çift fotoğraf çektirmeye gelmişti. Kapıdaki siklocu daha önce bir Türk müşterisi olduğunu, Türkiye’nin Vietnamcada “Tönyikiii” gibi söylendiğini anlattı. Bu gezdiğim yerler şehrin merkezi, burada geniş bulvarlar, modern alışveriş mağazaları bulunuyor. Bunlardan bir tanesine girdim, fiyatlar aynı Türkiye’de olduğu gibi, bu yüzden içerisi bom boş. Bizde millet almasa da geziyor, burada gezen de yok. Opera binası ve Halk Meclisi göze çarpan, güzel binalar. Oradan epey bir yürüyüp Ho Chi Minh müzesine gittim ama 11.30-13.30 arası kapalıymış. Ben de tam 11.30’da oradaydım.
Geri yürüyüp otele döndüm, biraz dinlenip, bir daha çıktım, biraz caddelerde dolandım, Hint tapınağını gördüm. Öbür önemli tapınaklara uzakta oldukları için gitmedim. Dönüşte Arzu ile daha önce geçerken keşfettiğim Ben Thanh Market’in yanındaki sokağa gittik. Arzu o kadar incik boncuğun arasında Türkiye’den Kent şekerlemelerini gördü. Vallahi, bu kızda acayip bir göz var, bu tür ayrıntıları nasıl buluyor anlamıyorum. Ben oradan on kere geçsem yine de fark etmem.
Bu sokakta Columbia, North Face anoraklar ve Adidas, Nike gibi ayakkabılar satılıyor. Böyle bir sokak Hanoi’de vardi ama mallar “ben taklidim” diye bağırıyordu. Burası öyle değil, sanırım ya orijinal ya da orijinal gibi kaliteli taklit, burada meşhur bir deyim var. Same same but different. Yani tıpkısının aynısı ama farklı. Satıcılar herhalde kendi dillerinden icat etmişler. Ben bir Reebook spor ayakkabı, Arzu’da bir The North Face anorak aldı, toplam 76 YTL ödedik. İki ay daha sürecek taşıma problemi olmasa ben de bir anorak almak isterdim. (Şu an 2011, o ayakkabı hala giyilecek durumda, arada ne spor ayakkabılar çöpe gitti. Üstelik bunu hepsinden fazla giymeme rağmen)
Pazar yeri gece kapanıyor ve etrafındaki sokaklarda hemen tezgahlar açılıp bir gece pazarı kuruluyor, seyyar lokantalar da buna dahil. Bunların birine oturup bir şeyler yedik. Sonra otelin olduğu sokağa geri döndük.
Bütün gün boyunca en çok söylediğim kelime “No, thank you” oldu. Her saniye ya bir satıcı, ya bir motorcu, o da olmasa ayakkabı boyacısı bir şey satmaya uğraşıyor. Kapalıçarsı’dan koşarcasına kaçan turistleri şimdi anlıyorum. En sonunda sadece Türkçe konuşmaya başladım. Özellikle kopya kitap satıcılarına “Only Turkish, no English” bayağı işe yarıyor.
Yarın savaşta kullandıkları tünellere ve Müslümanlık, Hristiyanlık ve Budizm’den karıştırılarak oluşmuş bir dinin merkezine gidiyoruz, ertesi günde Mekong Delta’dan Kamboçya’ya geçeceğiz.
Ho Chi Minh şehri ya da eski adıyla Saygon, benim hoşuma gitti. Hanoi’yi o kadar sevmemiştim. Herkesin fikri kendine ama benim gibi büyük şehir sevenler için güzel bir şehir. Burada turistlere kısa pantolon, askılı elbise vs. gibi şeylerin giyilmemesi, halkın rahatsız olduğu söyleniyor. HCM şehrinde ise yerel halktan böyle giyinen çok insan gördüm. Mesela kuzeyde böyle değildi. Mağazalarda satılan ürünler, kaldırımların mümkün olduğu kadar motorlarla işgal edilmemesi falan, yani İstanbul Türkiye’nin diğer şehirlerinden nasıl farklıysa, aynı şekilde HCM City’de farklı.