Hava sıcak, bugün yine öğleden sonra çıktık. Buraya gelince ve şehir haritasını alınca büyük bir şehir gibi gözüküyor ama, merkezin bir ucundan öbür ucuna yürüyerek en fazla yarım saat. Yürümeye en büyük engel, oniki ay devam eden nemli sıcak. Bugün biraz serin sayılır, rahat yürüdük. Önce Hint mahallesine gittik. Yolda TV kulesinin etrafını saran ormanlık alanda maymunları gördük. Gökdelenlerin arasında kendi halinde bir cangıl kalmış, korumaya almışlar, maymunlar falan, mutlu mutlu yaşıyorlar.
Hint mahallesini geçip, Jamek Camisine vardık. Yedi sene önce geldiğimde, sadece bir gün kalmıştım, namaz vakti idi ve herkesin tek tek üstünü arayarak camiye alıyorlardı, vaktimiz de yoktu, girememiştim. Neyse Arzu büyük bir şal ile başını kapadı. İçeri girer girmez, bir görevli, “yasak yasak” diyerek önümüze çıktı. Müslüman olmayanlar giremez, kapalı dedi, bir yazıyı gösterdi. Avluya giriliyor ama içeri girilemiyor. Ben de “biz Türkiye’den geliyoruz, Müslümanız deyince”… Arzu’ya bir baktı, ve kolunu işaret ederek “Sen nasıl Müslümansın?” dedi, çünkü Arzu’nun örtüsü kollarını ancak omuzdan dirseklere kadar kapatıyordu. Yani, kısa kollu bir tişörtten daha fazla. Arzu da buna bir kelime-i şaadet okudu, “sen bu ne demek biliyor musun?” deyince, adam şaşırdı kaldı. Ama hala kolunu işaret edip, kıt bir İngilizce ile “nasıl Müslümansın” demeye çalışıyordu. Neyse Arzu, o kızgınlıkla adama söylenip camiye girmedi.
Caminin avlusunda, her direk dibine serilmiş, sıcaktan miskin miskin uyuyan insanlar vardı. Bence yabancıları avluya da sokmasınlar, İslam için bu verilen imaj hiç te iyi değil. Caminin içinde estetik olarak hiç bir şey yoktu, içeri girip ziyaret etmeye pek değmez, dışarıdan kubbeler falan fotoğraf için güzel ama o da gökdelenlerin arasında kaybolmuş gitmiş. Bu arada ben içeri girerken biri “Müslüman mısın?” diye sordu, “yes” dedim girdim, ama peşimden İngilize benzeyen bir turist, öylesine, o da girdi, kimse bir şey sormadı. Çıkınca gördük, sarışın, Kuzeyli bir hatun da camiye girmişti, dışarıda uzun kollu tişörtünü hemen çıkarıp, askılı elbise ile kaldı. Büyük ihtimal “yasak” falan deyip, para alıyorlar. Biz Türkiye’den deyince işleri bozuldu.
Neyse çıkışta bizi engelleyen adama, “niye herkes camiye giremiyor, bizim ülkede herkes girer” dedim, bana baktı, “Turkii, Kemal Atatürk” dedi başını öbür tarafa çevirdi. Baktım söyleneni pek anlamıyor, ya da anlıyor da bize Türküz diye tavır yapıyor, artık bir şey demedim. Kapıda giyimle ilgili resimlerin altına, elbise ve başörtüsü temin edilir yazmışlar. Çıkınca gördük. Laf edeceğine bir örtü daha verebilirdi.
Buradan postaneye gittik, ağırlık yapan kitapları göndereceğiz. Adam listeyi gösterdi, her ülkeye ucuz fiyatlar var, sadece Turkey’in karşısı siyah boya ile kapanmış. Türkiye’ye sadece uçak ile paket gönderiliyor. Danışmadaki görevli de şaşırdı, bir yerleri arayıp olayı doğruladı. Yaklaşık üç kilo paket 35 YTL’ye gönderdik.
Oradan, “Pasar Seni” denilen Central Market’e gittik, ben yine yedi sene önce ile karşılaştırayım. O zaman izbe, tıkış tıkış bir yer idi. Bayağı güzel düzenlemişler, çok güzel hediyelik eşyalar var. Buradan bir kaç tane komik tişört aldık. Taşıma sorunu olmasa daha çok şey alırdım.
Dönüşte hafif yağmur başladı, taksi de bulamadık, bir tanesi 30R istedi, taksimetreyi açsa 3R tutacak. Biraz daha ilerden binelim falan derken bir baktık kaldığımız mahalleye gelmişiz. Dedim ya haritada göründüğünden ufak bir şehir.
Akşam, domates alalım, dedik, resepsiyoncu çocuk, BB Plaza’da Giant süpermarkette bulursunuz dedi. BB Plazaya bir girdik, süpermarketi yarım saatte zor bulduk. Tamam, Tayland’da da millet alış veriş merkezi manyağı ama burası bir başka. Bu BB Plaza, daha büyük Sung Plaza ile birleşiyor, tam bir labirent. Zaten bütün alış veriş merkezleri, neden bilmem böyle labirent gibi. Galiba giren içeride kaybolsun, bunalımdan alış veriş yapsın diye böyle yapmışlar. İçeriye kaybolanlar için dahili telefonlar koymuşlar. Burada hava sürekli bunaltıcı bir şekilde sıcak olduğu için, millet hayatını bu alış veriş merkezlerinde geçiriyor.