Otobüs bizi Malezya saati ile sabah 5.30’da Kuala Lumpur’un merkezine bıraktı. Kalacağımız yeri daha önce İnternet’ten bulup ayarlamıştık. Bir taksi ile 10 Ringit (3 lira kadar) Jalan Berangan’da bulunan Pujangga’ya gittik. (Jalan, cadde demek).
Kuala Lumpur ya da kısaca KL’de taksilerde taksimetre var ama açılmıyor, her yere pazarlık ile gidiliyor. Daha sonra öğrendik 10R biraz kazıkmış ama adam da diğerleri gibi 30R falan demedi, sabahın o saatinde direkt makul olanı istedi. Önce mırın kırın etti ama bir de ATM buldu bize, yoksa ödeyecek ringitimiz yoktu. hepsi bir kilometre kadar yol, ama burada bir kilometre uzak mesafe…
Pansiyoncu çocuk demir kapıyı açtı, sanırım biraz güvenlik sorunları var. Gündüz de girerken ve çıkarken demir kapı kilitleniyor, kalanlara bir de dış kapı anahtarı veriliyor. Hostel ile ilgilenen gençler, sempatik tipler. Rahat bir yer, ilk izlenim iyi. Kahvaltı dahil, ama kendin hazırlıyorsun. Mutfak yemek pişirmeye müsait. İyi ki Pujangga’yı bulmuşuz. Çünkü daha sonra konuştuğumuz bazı backpackerlar, Kuala Lumpur’da bir kaç yer denemişler, burası en iyisi ve en temizi diyorlar. Buraya 70R, yani 20 dolardan biraz fazla ödüyoruz. Tuvalet ve banyo ortak, oda klimalı. KL yatacak yer bakımından pahalı sayılır.
Bütün gece yolculuktan sonra bugün öğlene kadar uyuduk. Öğleden sonra şehri dolaşmaya çıktık. Burada öyle görülecek pek bir şey yok, ya da bizim Türk turistler için çok şey var. Her yer AVM. Yani kelime ile anlatılacak gibi değil. Neyse ben sırayla gördüklerimi anlatmaya çalışayım.
Buraya 7 sene evvel gelmiş idim, o zaman da modern bir şehir idi ama simdi bayağı değişmiş. O zamanki ekonomik krizi atlatmışlar, Menara’lar (yani minareler) ya da bizim deyişimizle gökdelenler her yeri kaplamış. Bilenler bilir, Petronas kuleleri dünyanın en yüksek binalarından biri, yükseklikte geçildi ama bence mimari olarak hala en güzeli.
Yürüyerek Çin Mahallesine gittik, yol üzerinde bulunan Mydin diye her şeyin acayip ucuz olduğu bir alış veriş merkezine uğradık. Ben 1 YTL’ye bir tişört aldım, yani anlayın. Çin mahallesi klasik Uzak Doğu pazarlarından bir tanesi. Her şeyin sahtesi bulunuyor, bol bol pazarlık yapmak lazım. Bu arada 7 sene önce çok kaliteli bir sırt çantası aldığım pasajdaki yer kafe olmuş, ucuz Çin malları karşısında dayanamamış anlaşılan.
Akşam, Vietnam’da tanıştığımız ve burada yaşayan Payzın ile buluştuk. Bizi yeni açılan Pavilion alış veriş merkezinin en üst katında bulunan Bosphorus isimli Türk restoranına davet etti. Aylar sonra Türk yemekleri yemek bayağı iyi geldi. Fiyatları ise; döner, Adana 35R, İskender 50R civarında. Girişte bir İspanyol restoranı vardi, o da aynı fiyatlarda.
Yemekten sonra küçük barlar sokağına gittik, bunu bir de 5 Km. ötede büyüğü varmış (Sri Hartamas). Burada ilk gözüme çarpan El Cerdo adlı restoran oldu, İspanyolca domuz eti demek. Burnundan kuyruğuna kadar yenen tek şey diye de altına yazmışlar. Barlar sokağı kaldığımız hostelin arka sokağı, Payzın da iki üst sokakta oturuyor. Sonra bizi evine davet etti. Bu kadar zaman sonra bir evde olmak, hoş bir duygu oldu. (Dünya turu yapan Kanadalı bir aile ile Hindistan’da tanışmış, İstanbul’a geldiklerinde eve davet etmiştik. Onlar da bu duyguyu yaşadıklarını anlatmışlardı)
Şimdi bu Malezya ilginç bir yer, biraz da Çinli ve Hintli nüfustan dolayı. Yemek için iki tür yer var, “Helal” olan ve olmayan. O nedenle mesela müşteri profilini geniş tutmak isteyen diğer İspanyol restoranında, menüde domuz eti yoktu. Bizim Türk restoranı da içki vermiyordu. Müslümanların içki içmesi yasak, polis girip barları kontrol ediyormuş. Tabii ki, içeride yabancılarla birlikte oturan Malezyalı Müslümanlar da biraları hemen onların önüne itiyormuş. Ama Türk ve Müslümansan bir şey demiyorlar, o da ayrı konu.
KL’de pencereler, balkonlar parmaklıklarla örülmüş. Şehirde öyle güvenlik sorunu varmış gibi bir durum yok. Üzerimizde fotoğraf makinesi, para vs. üstelik gece, ıssız yerler falan, bayağı yürüdük. Ama bu kadar tedbir. Açıkcası pek anlamadım. Kimse de dikkat etmemiz için bir şey demedi. Ama demek ki var bir şeyler, ya da çok pimpirikliler.