Sabah 9’da Vietnam konsolosluğuna gittim. Vize gelmemiş. Telefon edecekler, umarım bir sorun çıkarmazlar. Sonra yürüyerek başkanlık sarayının bitişiğinde bulunan Vat Sisaket’e uğradım. Giriş 5000 Kips. içinde tam 6840 tane Buda bulunuyor. Burada watlar müze olarak geçiyor, bu nedenle öğlen 12-13 arası, akşam da 16’dan sonra ziyarete kapalı. Bu komünist rejimden sonra böyle olsa gerek, ama içeride rahipler de var. Devrimden sonra dine getirilen kısıtlamalar epey gevşetilmiş, her yerde restore edilen watlar görülüyor.
Ülkenin adı Lao Halk Cumhuriyeti. Laos değil yani, s harfi Fransızlar tarafından konulmuş, Laolular gibi bir anlamı oluyor. Burada her yerde Lao yazıyor. Lao bu bölgenin en fakir ülkesi, özellikle Vietnam savaşı sırasında ABD tarafından acımasızca bombalanmış, o zamandan kalan mayınlar, bombalar hala insanları sakat bırakıyor.
Yüz ölçümü Türkiye’nin dört de biri kadar, nüfusu da yaklaşık 6 milyon. Uçsuz bucaksız yeşil alan var, bereketli topraklara benziyor ama savaşlar, sömürgeci Batı ülkeleri, buranın da canına okumuş. Yeni yeni ayağa kalkmaya çalışıyorlar. Gördüğüm kadarı ile turizmden çok şey bekliyorlar ama şu an gelenlerin çoğu backpackerlar, namı diğer bizim “bitli turist” dediğimiz cinsten. Onlar da ne kadar para harcar biliniyor. En çok, bira içerler. O nedenle ülkenin temel ve galiba tek endüstri ürünü biraları, BeerLao’yu her yerde pazarlamaya çalışıyorlar. İlk başta anlamamıştım “biilayoo biilayoo” dedikleri oymuş. Bunlar benim anladıklarım, zaten böyle bir hafta, bir yerde turist olarak bulunulunca pek bir şey anlaşılmıyor. Bir de dil engeli var. Bu satırları okuyan arkadaşlara tavsiyem, eğer ekonomik durumları elveriyorsa gelsinler buraları görsünler, bu insanlara az da olsa katkıda bulunsunlar. Burada nehirlerde rafting, kano, sampriyel, yeşil dağlarda treking, kabile köyleri gezileri yapılıyor. Ayrıca, görülecek bir sürü wat var.
Bizim gibi turistlerin bulunduğu yerler genelde yabancıların bulunduğu yerler, mesela buralara gelirken arkadaşlar ekmeği unut, peyniri unut vs. bir sürü şey söylediler. Lao’da Fransız sömürge döneminden kalma bir ekmek kültürü var, özellikle hoşuma giden baget ekmek, bizim geçtiğimiz her yerde vardı ve bizdeki gibi lezzetli.
Burada ilgimi çeken şeyler, kızların geleneksel etekle, yani bele sarılan bir peştamal ile dim dik oturarak motor kullanmaları. Üç dört yaşlarında çocukların bile karayolunda kendi halinde bisiklet sürmesi. (Burada benim gibi motor ve bisiklet özürlü olmak büyük handikap). Hasırdan yapılmış kaplara bastıkları haşlanmış pirinci, elleri ile koparıp koparıp ekmek niyetine yemeleri. Her an her dakika “sabaydiii” ve “kop chaii” demeleri. Sabahın köründe kocaman Mekong nehri balıklarını kömürde ızgara balık yapmaları.
Şu an oteldeyiz ve Avustralya TV’sinde İznik’le daha doğrusu çinisi ile ilgili bir belgesel var.
Öğleden sonra Hor Phakeo isimli müze-wat’a gittim. Hemen başkanlık sarayının yanında, biraz sahilde yürüdüm, gerçi nehir uzakta, adı sahil. Buranın tek yüksek binası olan Don Chan Palace’in bir fotoğrafını çektim ve geri döndüm.
Böylece Vientiane’de görülecek yerler bitti.