Bugün trende geçiyor. Tıngır mıngır, kah uyuyarak, kah okuyarak gidiyoruz. Ander Pradesh eyaletine gelince coğrafya değişiyor. Çeltik tarlaları, mısır ve pamuk tarımı görülüyor. Daha yeşil ve sulak bir alan. İnsanlarda değişiyor. İlk dikkatimi çeken Hintli kadınlar sarilerinin bir ucuyla başlarını örtmüyorlar ve bir kısmı bayağı siyahi, başlarında taşıdıkları eşyalarla Afrika görüntüleri veriyorlar.
Hyderabad iki şehirden oluşuyor, öbürü Secunderabad. Daha modern kısım. Araları trenle on beş dakika. Akşam sekize doğru Secunderabad istasyonuna giriyoruz, tren gece bayağı hızlı idi, bir saat rötarı kapattı. İstasyon gayet temiz gözüküyor, gece olmasına rağmen yerlerde yatanlar yok. Bilgi ekranları falan modern bir istasyon, insanlar da daha derli toplu. Büyük bir göl kenarından geçerek son durağa yaklaşıyoruz. Yollar gayet temiz, fazla rikşa yok. Burada rikşa da demiyorlar, adı “auto”.
Hyderabad istasyonunda iniyoruz, burası turistik bir destinasyon değil. Trenden bizden başka sırt çantalı inmiyor. İner inmez bir hamal geliyor, onlar da “hamal” diyor. hayır deyince, hiç ısrar etmiyor. Dışarıda ne hanutçu ordusu var ne rikşacı yani autocu. Biraz ilerleyince, park ettikleri yerden başlıyorlar “auto auto” diye bizi çağırmaya. Biriyle anlaşıp Lonely Planet’den bulduğumuz bir otele gidiyoruz.
Bu bölge, eski bölge, yani alıştığımız Hindistan, autolar, kargaşa, eli sopalı polisler vs. Otelde yer yok, ana cadde boyunca ilerliyoruz, dördüncü otelde klimasız, sıcak sulu bir odayı 600 rupiye buluyoruz. Oda pahalı ama iyi tarafı 24 saat veriliyor. Yani yarın öğlen odayı bırakmayacağız. Trenimiz 18.30’da olduğundan bu büyük avantaj. Burası eski Aksaray gibi, otobüs yazıhaneleri, restoranlar, içki satan büfeler ve oteller…