Dünkü yazıları gönderdikten sonra ilginç bir olayı yazmadığımı hatırladım. Önceki gün, sabah güneşin doğuşunu seyrettikten sonra uyumak için hostele döndüm. Saat 10 gibi boğuk ama oldukça yüksek sesli bir müzik sesi duyulmaya başladı. Bütün mahalle zangır zangır inliyordu. Daha önce tapınakların önünden geçerken yine yüksek volümlü müzik duyuluyordu. Arzu’ya bunu söyledim. Çünkü hemen hostelin arkasında bir tapınak vardı. Ama ses kesilmek bilmedi, dini müzikten çok pop parçalara benziyordu. Özellikle biri filmlerdeki kötü adam kahkahasıyla başlıyordu ve dönüp dolaşıp aynı parçalar çalıyordu. Hemen aklıma Vietnam’da güneşin doğuşuyla çalınan klasik müzikler geldi.
Müzik artık dayanılmaz olunca kalkıp sahilde kahvaltıya çıktık. Tapınağın tam karşısındaki evin ön balkonuna stat konserlerinde kullanılan cinsten dev gibi iki kolon kurulmuştu. Ortasına da Tamil Nadu olduğunu sandığım bir bayrak asılmıştı. Önce “acaba dini bir şey mi?” dedik ama sonra özellikle ana caddede hazırlanan düğün salonunu da görünce emin olduk. Müzik hava kararana kadar bütün mahalleyi inletti, anladığımız kadarı ile kimse de şikayetci olmadı.
Tamam olay bitti derken, ertesi sabah, yani dün, güneşin doğuşuyla, yani tam 6.30’da müzik yine başladı. Burada hayat saat 10 gibi başlıyor, dükkanlar falan geç açılıyor. İki saat milletin kafasını ütüledikten sonra durdular ama sonra yine başladılar. Böyle fasılalarla dün akşama kadar olay devam etti.
Bugün Kerala’ya gidiyoruz
Neyse dönelim bugüne, bugün bizim şanslı günümüzdü. Sabah her zamanki gibi erken kalktım. Arzu uyuyordu. Dışarı çıkıp dünkü yazıları yazdım, sonra aşağıdaki İnternet kafeye inip bloga koydum. Bu arada bizim minik bilgisayarda bir gariplikler var idi. Her zaman İnternet kafelerde bu miniği kullanmıyoruz, çoğu zaman USB hafızalarla çalışıyoruz. Neyse AVG’nin bedava virüs programını yükledim, ortalık şenlendi. Bizim bilgisayar virüs kaynıyordu. Silmeye uğraştım ama olmadı. Neyse zaman yoktu. Daha kahvaltıya gideceğiz, odayı boşaltacağız. O arada Mihal ile Richard geldiler. Neyse sonunda Mihal’in sahilde ucuza kahvaltı ettiği yerde buluşmak üzere sözleştik. Neden ucuz olduğunu orada anladım, sanırım buranın en pis yerlerinden biriydi. Bugün Mihal Kalküta’ya gidiyor, biz Kerala’ya. Yarın da Richard Andaman adalarına gidecek.
Chennai’ye dönüş
Trene, buraya yakın Chengalpattu istasyonu yerine, Chennai’den binmeye karar verdik. Ana cadde de otobüslerin kalktığı yere geldik. Ben demir yolları ofisine çıktım sıramıza baktım, bir kişi ilerlemişiz. Bekleme listesinde 1 ve 2 sıradayız. “Eh artık kesin gideriz” diyoruz ama bir şüphe var. Çünkü burası kuzey gibi değil. Neyse ATM’den para çektim, son kez Mihal ile vedalaştık, onun otobüsü havaalanı tarafına gidiyor, bize uymadı, falan, Chennai otobüsünü sorduk. Gelecek otobüs 14.30’da dediler, listeye baktık, 10 dakika ile 12.15 otobüsünü kaçırmışız. Bir anda tüm planlar alt-üst oldu. Ne yapalım diye düşünürken, Chennai yakınlarına giden bir otobüs vardı, bir soralım dedik. O arada meğer 12.15 otobüsü rötarlı gelmiş, yolcuyu almış kalkıyor. Görevli bize “koşun” dedi, galiba hoparlörden de otobüse “biraz bekle” dedi, biz hareket eden otobüse son anda kendimizi attık. Bu işler sırtta kocaman sırt çantalarıyla öyle kolay olmuyor, bunu da anti parantez belirteyim…
Otobüste en öndeyiz, kaptanımızın frene basma gibi bir huyu yok, önümüze çıkanı yol dışına atarak, hız kesici engelleri slolom yaparak, geçtik bir saatte Chennai’ye vardık. Express servis ya dinlemiyor kimseyi. Koca otobüsün sağ ve sol aynaları, el aynası büyüklüğünde, zaten bakma gibi bir huyu da yok. Bu arada şehirler arası yolda hız limiti 40 Km/h
Otobüs garajından ön ödemeli bir rikşa ile Chennai Central tren istasyonuna geçtik. Sırt çantalarını emanete bıraktık. Yan binadaki rezervasyon bölümünde sadece turistlere ayrılan yere gittik, hala bekleme listesindeyiz. Saat 15.30 olmuş. Görevli kadın “Saat 17’de son listeler yapılacak, gidersiniz. Ama olur da yer açılmazsa Sleeper Class’da turist kotasında yer var, oradan size bilet verebilirim” dedi.
Atladık bir rikşaya buranın Spencer alış veriş merkezine gittik. Hindistan’a geldiğimizden beri bir ilki yaşıyoruz, evet varmış. Eski, basık bir yer ama modern mağazalar da var. Amacımız sandalet tarzı bir şeyler almak, böyle kışlık ayakkabı ve botlarla plajda dolaşılmıyor. Reebok ve Adidas’da fiyatlar indirime rağmen neredeyse Türkiye ayarında. Sonunda Hindistan’da her yerde bulunan, halk işi, ben pek anlamam ama sanırım bizde daha bir kalite takılan meşhur Bata’ya giriyoruz. Arzu 6 TL’ye, ben 12 TL’ye (renkleri de sarı-lacivert var) birer sandalet alıyoruz.
Ivır zıvır mağazasına giriyoruz. Evet, burada epey bir çeşit var… mağazada Avrupalılar var. Bizi görünce selamlıyorlar. Bu Asya gezilerinde böyle bir durum var. Sokakta, mağazalarda, Avrupalılar, azınlık psikolojisi olsa gerek, karşılaşınca, hafif bir gülümseme ile selamlaşıyor. Tren garlarında, otobüs terminallerinde, hemen kaynaşılıyor, muhabbet başlıyor, en azından, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun. Bizi de her gördüklerinde selamladıklarına göre kendilerinden sayıyorlar. Türk olduğumuzu bilseler ne yaparlar acaba… Ne düşünürler Türklerin Avrupadaki yeri hakkında…
Hadi bir de yemek yiyelim, Pizza Hut, olmaz, Punjabi, şimdilik kalsın… Sonunda, eski dost, noodle’da karar kılıyoruz. Geçen seneki belalım, bu sene kurtarıcı rolünde. Acısız olsun diyoruz, spring roll ve noodlle’lar ile güzel güzel karnımızı doyuruyoruz ama iki kişi 15 liraya yakın para veriyoruz. Burası için çok para…
Bu arada vakit su gibi akmış, saat 17.30 olmuş. Trende yerimiz var mı, yok mu, bilmiyoruz. Akşam trafiği falan, aceleyle fazla pazarlık etmeden bir rikşa ile istasyona dönüyoruz. Ben koşarak turist rezervasyona giriyorum. Görevli kadın yok. Arzu beklerken, PNR numarasını ezberliyorum, o kadar rakamı nasıl aklımda tuttum hayret, uzun salonda bilgi ekranı aramaya başlıyorum. En sonda bir tane var ve önünde kimse yok. Hemen numaraları tuşluyorum. A1; 21 ve 22… evet trendeyiz. Döndüm, Arzu hala görevliyi bekliyor, hadi diyorum, yine şanslıyız bugün… ama…
Sakin sakin aşağı indik. Arzu kitapcıya bakacağını söylüyor, ben ekranda trenin peronunu arıyorum, yok. Bir gariplik var ama, demeden, bilete bakan Arzu, “Egmore” diyor. Evet burda iki istasyon var ve güney trenleri genellikle Egmore’den kalkıyor. Saat 18.00 ve kalkışa bir saat var. Yine koşturmaca başlıyor, emanetten sırt çantalarını alıyoruz, yanaşan rikşacıları savuşturuyoruz. Ben 100 vermeye razıyım ama 150 diyorlar. Arzu “acelen varmış gibi görünme” diyor, haklı, “ver 2 rupi” diyorum, gidiyorum ön ödemeli gişeye ve 30 rupilik ödeme kağıdını alıyorum. Bu arada yanaşan rikşacılara “I know, I know” diyerek gişeyi gösteriyorum, amcalar da beni taklit edip “I know, I know” diye keh keh gülüyorlar. Turistin uyanık çıkması hoşlarına gidiyor.
Öbür istayona beş dakikada varıyoruz, rikşacı da bayağı hızlı ve uyanık, aralardan sıvışıyor. 50 rupi verip, tamam diyorum ama anlamıyor. Mahcup bir şekilde bozuğum yok diyor. Ödeme kağıdı 30’luk ya, “no problem” dayı, biz şanslı günümüzdeyiz bugün, sen de, al hepsi senin olsun…
Sonunda trendeyiz
Bütün koşuşturmaya rağmen, kalkıştan bir saat önce istasyona vardık, su, bisküvi falan aldık. Arzu’ya “muz da alsana” diyorum. Meyveci bir muz 5 rupi demiş. Oha yani, burada en ucuz şey meyve, daha önce koca salkımları 10’a aldık.
Trene bindik, yerimiz altlı-üstlü, acaba karşımızda kim var. Kondüktöre söylesek; iki alt, olmazsa üst ayarlar mı derken, kapıda önümüzde, tren listesinde yerlerine bakan Hintli çiftin komşularımız olduklarını anlıyoruz. Dörtlü bölüme yerleşince çifte “Hello” diyoruz. Adam memleketimizi soruyor, cevabı duyunca, Arabistan’da Türk şirketi Tekfen’de çalıştığını söylüyor. Şu işe bak, İsrailliye rastlıyoruz, Türkçe biliyor, Hintliye rastlıyoruz, Türk şirketinde çalışıyor… Bizim komşu olmamıza seviniyorlar, adam “bazen karşıya erkek düşüyor, o yüzden benim hanım uyuyamıyor” diyor. Kadın, galiba İngilizce bilmiyor ki bizimle hiç konuşmuyor, gece ilerleyince yatağını yapıyor, derin bir uykuya dalıyor. Onlar gece iki gibi Madurai yakınlarında inecekler, kondüktör bize yer değiştirmeyin yeni gelecekler var diyor.
Arzu sigara içmeye dışarı çıkarken adama muzcunun kazıklamaya çalışmasını anlatıyor. Adam da dışarı çıkıyor, elinde bir salkım muzla dönüyor, 10 rupi idi diyor gülerek ve bana hediye ediyor. Bu arada Arzu’da geliyor, onda da bir salkım muz var, o da ucuzunu bulmuş ama bulduklarının olgunlaşmasına daha bir ay var. Yani kaşla göz arası yine kazıklanmış.
Şu an trende her zaman ki gibi tıngır mıngır gidiyoruz. Gece oldu herkes uykuya daldı. Ben bilgisayarda ve üç tane USB hafızada yüzlerce virüsü temizledim, AVG sağ olsun. Bu yazıyı yazdım. Yol uzun, on altı saat. Yarın Kerala eyaletinin başkenti Thiruvananthapuram, kısaca Trivandrum’da olacağız.