Dün akşam bindiğimiz Ernakulam-Okha treni ile öğlen 12’ye doğru Goa eyaletinin Madgaon (Margao) şehrine vardık. Tren tarifeye göre sadece bir saat gecikti. Yerimiz Sleeper Class‘ta yani klimasız vagondaydı ama tüm camlar açık olduğundan sıcak yapmadı. Arzu ve ben çapraz en üst ranzalarda idik. Sırt çantalarımızı aşağıya zincirledik. Her bölümde biri yanda üç ranza var. Yanda olanda iki, karşılıklı olanlarda ise üç kat yatak bulunuyor. Böylece her bölümde toplam 8 kişi kalıyor. Diğer vatandaşlar efendi insanlardı, sorunsuz ve rahat bir yolculuk oldu.
Tren yolculuğu
Gece boyunca bir sürü istasyonda durduk. İnsanlar indiler, bindiler, eşyalar yüklendi, istiflendi. Mamafih o meşhur, insanların salkım saçak gittiği, numarasız halk vagonunda değiliz ama onun bir üstü olan bu sınıfta Hindistan halkından manzaralar için bayağı zengin. Bizim bölüm girişte olduğundan gireni çıkanı kontrol edebiliyordum. Gözüme çarpan bir sürü ayrıntı arasında sayacaklarım; Ara bölmede burnuna enfiye tarzı bir toz çeken kahve satıcısı. Saatlerce ve defalarca ayna önünde süslenen bir baba, tipik bizim İç Anadolulu tipi var, bıyıklı ve kel. Aynı adam daha sonra oğullarının diş fırçalama seanslarına da eşlik etti. Çocuklardan biri diş fırçalamaya başladı, bu arada tuvalete girdi ve çıktı, hala diş fırçalıyordu. Bir genç kızda çift cep telefonu vardı. Evli iki kadın ve bir genç kız ellerinde cep telefonu ile uyuyorlardı. Hindistan’ı gezenlerde oluşan ilk izlenim, zengin fakir herkesin bir cep telefonu var. Zaten görülen reklamların çoğu ya Vodafone yada Airtel. Adamın evi yok, sokakta yaşıyor ama elinde bir telefon var.
Hindistan’a gelenlerin en çok dikkatini çeken şeylerden biri de her kesimden insanın uzun uzun diş fırçalamaları. Tren, otobüs demiyorlar, bir fırsatını buluyorlar. Eğer çekebilseydim çok güzel olacak fotoğraflardan biri; sabah tren bir köprüden geçerken, ağaçlar arasında, yemyeşil çimenler arasında üzerinde sadece bir don ve kafasında sarık olan bir adamın dere kenarında, ayakta diş fırçalaması idi. Bu diş fırçalama seanslarını genellikle derin bir “hak tuu” sesi tamamlıyor. Boğazdan ciğerlere tüm vücut balgamlardan temizleniyor. Hindistan, genellikle ortamın pis olması ile tanınıyor. Son haftalarda epey otobüse bindik, bazen tıkış tıkış gittik. Söylemem gerek ki, en azından Kerala eyaletinde, insanlarda ter kokusu yada rahatsız edici bir durum yok. Daha doğrusu, terlemiyorlar.. Okula giden çocuklarla tepeleme gittik, hepsi sabun kokuyordu. Nehir kenarlarından geçerken gördük; insanlar nehirler, dereler pis bile olsa, sabunla yıkanıyorlardı.
Meşhur Goa ve Palolem plajı
Evet, öğleye doğru Goa eyaletinin Madgaon şehrine vardık. Önce ben, erken döneceğim için, tren istasyonundan Mumbai’ye bilet aldım. Sonra sıcak ve yorgunluk nedeniyle bir kahramanlık yaptık ve 600 rupi verip ön ödemeli yani resmi fiyattan taksi ile Palolem’e geçtik. Otobüsle gitsek, terminale kadar rikşayı da eklersek vereceğimiz para 100 rupiyi geçmezdi. Neyse kıydık paraya ve 30 kilometre uzaktaki Palolem’e bu şekilde vardık.
Palolem’de, her zaman yaptığımız gibi, önce bir restorana oturduk. Buraya gelecekler için belirteyim yol plajda bitiyor. Betondan bir kapı gibi bir şey yapmışlar. Onun solundaki ilk restoran. Bir şeyler yiyip içtikten sonra ben doğu yönüne yani sol tarafa doğru kalacak bir yer aramaya çıktım. Hemen bir kadın “room sir” dedi. Burada kalınacak yerler “hut” dedikleri, kontrplaktan yapılmış yerler. İlk yeri 300 rupi gibi ucuz fiyatına rağmen “dur bakalım, şöyle daha temiz bir yer var mı” diye es geçtim. İkinci yer 200 rupi idi ama düz ayak olduğundan fare mare durumları yüzünden gözüm tutmadı. Üçüncü yer temiz ve kumsala yakın ama önü kapalı idi. Sahibi 400’den başladı; nerelisin? sorusuna Türküm yanıtından sonra fiyat 300’e düştü. Bir İsrailli kızdan duyduğumuza göre, onların pazarlık olaylarından falan bıkmışlar, genelde kabul etmiyorlarmış. Doğru mu, yalan mı bilmem, anlatanın yalancısıyım.
Neyse bu üç yeri not ettikten sonra restorana döndüm, Arzu’ya istersen bu sefer sen de şansını batı tarafında dene dedim. Arzu yarım saat sonra bir yer ile döndü, sırt çantalarımızı yüklenip oraya gittik. Aslında bu yer oda yani kontrplak kalitesi olarak diğerlerinden daha iyi değildi. Yerin adı, Presley ve fiyatı 300Rs. Banyosu ufacıktı. Ama önü açıktı, restorana bakıyordu, verandası vardı ve denize iki adımdı. Kumsaldaki şezlongları hiç bir ücret ödemeden kullanabiliyorduk. Daha sonra öğrendik ki Palolem plajında restoranlardan bir su bile alsan önündeki şezlongları kullanabiliyorsun. Kovalam ve Varkala gibi kimse para istemiyor.
İnanılmaz tesadüf
Akşam güneş batarken sahile indim biraz fotoğraf çekeyim dedim. Bir tekneyi öne aldım, arkada güneş kıpkırmızı. Bir adam var fotoğrafı çekmemi bekliyor. Adamcağız beklemesin diye elimle “geç kardeşim” işareti yaptım. Adam ellerini iki yana açtı karşımda sırıtıyor. Ben gözlüğü masada bırakmıştım, güneş tam karşıdan geliyor, pek göremiyorum. Biraz yaklaşınca “Vay Yaşar, n’apıyon lan burda” diye bağırdım. Yaşar, Kapadokya’dan arkadaşımız. Avcılar vadisinde “O Ağacın Altı” isimli mekanın sahibi. Biz rehberler turistleri manzara için oraya dökeriz, sonra da Yaşar’ın tuzlu fıstıklarını kemirerek vaktin dolmasını bekleriz. Geçen sene biz Tayland’da Koh Tao adasındayken o da hemen karşıdaki Koh Phangan’daymış. Bütün yaz bu yıl için Goa muhabbeti falan yapmıştık. Ama sonra haberleşememiştik.
Yaşar on beş gündür Palolem’de imiş, O da benden üç gün önce Hindistan’a gelmiş, bir aydır Goa plajlarını dolaşıyormuş. En sonunda en sakin burasını bulmuş ve yerleşmiş. Hemen Arzu’nun yanına gittik. Yaşar ile buluşma büyük bir sürpriz oldu. Bu arada kaldığımız yerde bir Türk kalıyormuş, bizden bir gün önce ayrılmış. Buradaki elemanlar defterden ismini buldular, adı Çağdaş’mış…
Yaşar on beş gündür burayı iyice çözmüş. İyi ki batı tarafına gitmişiz daha sakin ve geceleri daha serin oluyormuş. Akşam bu sabah oturduğumuz restorana gittik. Balık fiyatları daha önceki yerlere göre iki kat ama bu buluşmanın şerefine masayı donattık. Yemekler süper leziz ama yarısını yiyemedik ve toplam 1400 rupi (50TL) hesap ödedik.