Dün gece treni kaçırma korkusuyla uykusuz geçen bir geceden sonra sabah 4.30’da tam uyku bastırınca kalktım, hazırlandım. Cadde zifiri karanlık. Tren istasyonu altı, yedi dakika mesafede, doğal olarak, yemedi. Belboy çocuğa yolu işaret ettim. Çocuk koltukta yarı uyuyan resepsiyoncuya “korkuyor” dedi (eminim). Kazağını giydi, birlikte çıktık. Otel bir metrelik dar bir sokakta ve caddeye elli metre mesafe var. Caddeye gelince beş tane sırt çantalı gördüm. Onların arkasına takıldım. Çocuğa 100Rs. “bahşiş” verdim, dönebilirsin dedim.
İstasyona 50 dakika kadar erken vardım, varır varmaz da üç kağıtçılar yine çevremi sardı. Biri, klasik görevli, yardımsever modunda nereye gittiğimi sordu. Jaipur deyince sağ kapıya yönlendirdi ve arkamdan orada bekleyen elemana bağırdı. İstasyonun gürültüsünde dikkat etmezsen fark edemezsin. Oradaki eleman bileti sordu, kıllandım, hemen asıl kapıyı gösterdi. Numaraları hep aynı, sana gerçek bilgiyi veriyorlar, bu arada kafanı karıştırmaya çalışıyorlar. Belki de polisle bir problem çıkarsa ellerinde bir koz olsun istiyorlar. Baktım, orta kapı da polisler var, oraya yöneldim ve istasyona girdim. İkinci peronu, CO1, kompartımanın yanaşacağı yeri buldum. Benden önce biri daha gelmiş. Merhaba, nerelisin muhabbeti sonrasi Barselona’dan Eduardo ile tanıştık, o da Jaipur’a gidiyor.
Trende üçkağıtçılar
Tren geldi, bindik. Bir eleman geldi, kazaklı, resmi biri gibi “yerlerinize oturun” dedi. “Benim yerim ilerisi” deyince biletleri sordu. Gösterdik. Ben bileti acenteden aldığım için, bilet yerine kırmızı bir kupon var, bilete benzer de rezervasyon fişi. Eleman “bu bilet geçersiz, onay lazım” dedi. Pasaport istedi, vermedim. Eduardo’nun bileti ile benimkini karşılaştırıp, bu başka bir şirketin diyerek değişik olan yazıları gösterdi. Ben “ulan acenteciler kandırdı beni” diye düşünürken, “gel” dedi, “turist ofisine” gidelim. “Ama kapalı” dedim. “Yok, “emercensi” durumlar için biri bulunuyor” diye ikna etti. Sırtımda sırt çantası, trenin kalkmasına yarım saat var, o önde ben arkada çık merdivenleri, in merdivenleri ve yeniden çıkıp turist ofisine geldik. Bu arada bileti ofise onaylatmadığım için 15 dolar ceza ödemem gerektiğini söylüyor. Her yer kapalı. Bir kapıyı kontrol eder gibi yapıyor, arkadan biri bağırıyor. Yaklaşıyoruz, yeni elemanda lacivert kazak ve yakada kokart var. İlk girişte beni sağ kapıya yönlendiren tip. Bileti istiyor gösteriyorum, pasaportu da isteyince kıllanıyorum ve elinden biletimi çekip “aşağıda görevlilere soracağım” diyorum. Elemanlar “hadi git” deyip, küfürler ederek anında kayboluyorlar.
Trene dönünce vagon kapılarına yolcu listelerin asıldığını görüyorum. Ben ise “rehber kitaplar yazıyor ama bu listeleri neden asmadılar” diyordum. Benim vagona geliyorum. Evet 17 numara Ersoy “Ballı”. Bir harf yanlış ama olsun, sonuçta ballıyım. Pasaportu kaptırabilirdim, üç kağıtçılara…
Tren tipik pulman. Hemen şişe su, sallama çay ve bisküvi veriyorlar. Sıcak suyu termosla getiriyorlar. Termos biraz pis ama, bir taneden bir şey olmaz diye içiyorum. İki saat sonra da yemek. Vejeteryan istiyorum, böylece ilk Hint yemeğini biraz zorlanarak da olsa yiyorum. Yine yeşil kişniş mevzu (ayrıntılar geçen seneki Laos maceralarında).
Jaipur
Jaipur’a gelince her zamanki gibi hanutçularla mücadele ediyoruz. Eduardo’ya Evergreen Guesthouse iyi imiş diyorum. Yürümeye karar veriyoruz. Biraz uzak ve karışık bir yerde, terden sırılsıklam hostele varıyoruz. Oda tek kişi 300Rp. İdare eder, tipik bir backpacker guesthouse, Delhi’dekiler gibi değil. Sıcak suyu var, duşumu aldım. Hava sıcak, Delhi gibi puslu ve serin değil. Birazdan Eduardo ile etrafta ne var ne yok göreceğiz.
Eduardo ile çıktık yola, Evergreen Guesthouse’dan merkeze yaklaşık 3 km bir yol var. Yürüyerek gittik ve döndük. Neden bilmem Delhi bana kişiliksiz bir şehir gibi gözüktü, Jaipur ise çok farklı. Eduardo da aynı fikirde, üstelik kaldığımız yeri çok sevdi, burada bir hafta kalırım diyor.
Şehir merkezinde Delhi gibi olmasa da, hanutçular yine etrafımızı sardılar. Bir fark, burada çoğu İspanyolca konuşuyor. Mihrace sarayının önünde biri bizi sol tarafa yönlendirdi, yolun sonunda biri bekliyordu. Dar demir merdivenlerden çatıya çıktık, manzara fotoğrafı çektik, sonra da alt kattaki “ipek üzeri taş boya” minyatür dükkanına gittik. Amcam bize İstanbul’da Rus hatunlarla çekilmiş fotoğraflarını gösterdi. Barselona’da Ramblas’da çalışan kardeşini cepten aradı ve Eduardo ile konuşturdu. (Eminim o kardeş yolda bizi yönlendiren hanutçu idi). Kalkıyorduk, baktık bira falan davet ediyor, bildiğim kadarı ile burada Rajasthan’da yasak gibi bir şey, bir minyatürün fiyatını sordum. 18TL dedi, 9 veririm dedim ve aldım. Aslında bir lira bile maliyeti yoktur ama sarı-laciverte benzeyen tonlara dayanamıyorum.
Sonra meşhur rüzgarlar sarayı, Hava Mahal’e gittik. Bir kaç fotoğraf çektik. Yolda bir tapınağın terasında bir kaç maymun gördüm. Kaldı yılan oynatıcılar. (Sonradan not: Bir buçuk ay boyunca yılan oynatıcısı göremeden eve döndüm)
Jaipur “taş” merkezi. Tüm dünyanın, rehber kitapların yalancısıyım, değerli taşlarının %80’i burada işleniyor. Her köşe başı mücevher satıcısı. Gümüş ve altın da var. Sanırım bizim Kapalıçarşının tüm esnafı burayı biliyor. Ben pek anlamam ama kaldırımlarda türkuaz falan satılıyor. Bugün de böyle geçti, bakalım yarın neler göreceğim…