Dün Kochi (Cochin) yada diğer adıyla Ernakulam otobüslerinin sabahın köründen itibaren, saat başı kalktığını öğrenmiştik. O nedenle sabah 7.30’da bir rikşaya atlayıp durağa gittik. Durakta dün gördüğümüz eli yüzü biraz düzgün olan özel otobüslerden yoktu. Bize 7.40’da kalkacak Kerala eyalet otobüsünü gösterdiler (KSRTC). Bu otobüsler belediye otobüsü olduğundan dökülüyor ama durakta bunlardan daha kötüleri de var.
Otobüse bindik ve sonra gerisin geriye hostele döndük. Daha doğrusu bunların asıl garajı hostelin karşısında idi. Otobüs burada da yolcu almak için duruyormuş. Boşu boşuna merkeze gitmek için rikşaya para vermişiz. Üstüne, bir de içimizde şüphe kaldı, acaba saat 8’de kalkan otobüs, dünkü gördüklerimiz gibi daha kaliteli miydi? diye.
Neyse bu otobüslerde ayakta daha çok yolcu almak için koltukları mümkün olduğunca dar tutuyorlar. Yolculuk bitiminde, artık birbirine kene gibi yapışan insanlar ayrılmak için birbirlerini itmek zorunda kalıyorlar. Bir de bu KSRTC şoförleri bizim halk otobüsü şoförleri gibi “Allah ne verdiyse, bas” ekolüne dahiller, ama yine de 100 kilometre yolu 5 saatte aldık. 2000 rakımdan sahile inen dar ve virajlı yolda (Sinop-Anamur arası gibi diyeyim bilenler anlar) içimiz dışımıza çıktı.
Ana duraktan iki Hintli genç tarafından uğurlanan yalnız bir kız bindi. Veraryufrom muhabbetinden sonra kız Türkçe “nasilsin, adin ne senin” deyince önce şaşırdık, sonra İsviçreli Sara’nın vaktiyle Türk bir aşna fişneşi olduğunu öğrendik. Daha sonra da bir yıl kadar Güney Amerika’da kaldığını öğrenince konuşmaya İspanyolca devam ettik. Kızcağız yardım kuruluşlarında çalışarak dünyayı geziyor. Bolivya’da uzun süre kaldıktan sonra “artık her koşulda yaşarım” diyerek önce Kuzey Hindistan’a gitmeyi kafaya koymuş ama Delhi’yi görünce korkmuş, güneye yönelmiş. Bir Hintli aile davet etmiş, Goa’ya gidiyor. Sonra Munnar’a dönüp burada bir kaç ay kalacakmış. Nihayetinde de memleketine dönüp üniversiteye başlayacak. Elin gençleri böyle, bizimkiler kahve de okeye tek dönmeye devam etsinler…
Kochi
Ernakulam ve Kochi birleşmiş iki şehir, Erkakulam modern olan tarafı ve Kerala Eyaletinin en büyük şehri. Zaten dağdan düze inince her yer yerleşim yeri. Boş arazi yok. Yol boyunca bol bol cami ve kilise görülüyor. Bir de modern yeni “rezidınz”lar. Yolda gerçek anlamda modern bir alış veriş merkezi inşaatı gördük ki, bu güne kadar böyle bir yer görmemiştik.
Ernakulam’a varınca bir rikşa ile jetty yani bizim Boğaz motorları iskelesine gittik. Motorla karşıya, Fort Koçi adasına geçtik. Hotel satmak isteyen rikşacıları atlatıp yürümeye karar verdik ama bu Hindistan’da kilometreler bir acayip, yürü yürü bitmiyor. Sonunda dayanamayıp bir rikşaya bindik. Adam hotel satma umuduyla 10 rupi aldı ve Belçikalı kız arkadaşının fotoğrafını gösterdi. Bu “bak ben ucuza taşıyorum, yabancı arkadaşlarım var, gel seni hanutlayayım” anlamına geliyor.
Neyse yolda tanıştığımız insanların tavsiye ettiği Princess Inn doluydu. Hemen karşısında bulunan restoranda oturup bir şeyler yedik. Sonra ben çıktım cadde sonunda Brisbane Lodge diye bir yerde pazarlıkla 500 rupiye bir oda, pardon, sauna buldum.
Fort Kochi’de ne var derseniz. Deniz kıyısında Çin usulu dev sabit balık ağları, güneş batışında fotoğrafları çekiliyor. Meşhur Vasco de Gama burada ölmüş. Bir saray mı ne varmış. Bir de bol bol paralı Fransız turist.
Deniz kenarında dolaşırken Varanasi’de tanıştığımız bir yıllık dünya turuna çıkmış Kanadalı aileye rastladık. İstanbul’da onları yemeğe davet etmiştik. Güzel bir sürpriz oldu. (İstanbul’a geldiler ve bize misafir oldular)
Goa’ya son anda bilet bulma
Buradan nereye gideceğimize karar veremedik. Aslında Ooty, Mysor’u falan görmek istiyorduk ama trenlerde yer yok. Otobüsler bir facia… ne yapalım diye ortalıkta dolaşıyoruz. Goa’ya yarına 6. bekleme listesinde yer var ama İnternet’ten kredi kartıyla tren bileti almayı başaramadık. Tren bileti satan tek acenta kapalı. Neyse öğlen yemek yediğimiz yerde bir şeyler içelim dedik, baktık bizim Kanadalı aile orada yemek yiyor. Bize, iki cadde yukarıda, ufak bir parkın kenarında, kaldıkları yere yakın bir acenta olduğunu ve tren bileti sattığını söylediler, ama saat akşamın yedisi idi ve kapalı olma ihtimali vardı.
Koşa koşa Travel Paradise’ye gittik. Şansımıza bir grup Fransız’ın işi uzamış hala açıklar. Acentacı eleman, efendi biri, sağı solu aradı. Tatkal dedikleri acil kotadan, Goa’ya garanti iki tane Sleeper Class bilet buldu. Tatkal bilet alınınca kafadan en az 200 rupi ekstra ödeniyor. Bir de 200 rupi kadar iki acentanın komisyonları eklendi. Yaklaşık 400 olması gereken bilet fiyatı adam başı 850’ye çıktı. Ama uçağa kişi başı 120 dolar vermeyi düşünürken bu bize ilaç gibi geldi. Sleeper Class şimdiye kadar yolculuk yaptığımız yerlerden farklı. Bir kabinde 3 sıra yatak var ve klima yok. Camlar açık püfür püfür gideriz artık, ben Jaipur’dan Agra’ya gitmiştim. Üstelik bu güneyin insanı daha bir uygar…
Uçak biletinden kar etmenin sevinci ile döndük aynı restoranda bir kalamar, karides ziyafeti çektik. Sonra biraz ilerde bulunan başka bir yere bira içmeye geçtik. Masalar dolu, yalnız oturan birinin masasına oturduk. Biraz sonra kız arkadaşı gelip İspanyolca konuşmaya başlayınca Meksikalı ve Alman çiftle koyu bir muhabbet sardırdık. Almanya’da yaşıyorlar, Alman olan koca Türkiye’yi doğal olarak tanıyor. Meksikalı kız ise görmeyi çok istiyormuş. Hatta “ben Türkçe bilmiyorum” demesini bile öğrenmiş çünkü Almanya’da Türkler onu Türk zannedip Türkçe konuşuyorlarmış. Biz de “buyurun, gelin” dedik.