Bugüne sabah Leo’da kahvaltı ile başladık. Sonra plajda günlüğü 50 rupiye bir şemsiye kiraladık. Şezlong için adam başı 100 rupi istediler, pahalı geldi. Bütün gün denizde kaldık. Ben Necdet Şen’in Hindistan seyahatini anlattığı “Nereye” isimli kitabını okudum. 100 rupiye bir pareo aldım. Hindistanda genel olarak “lungi” diyorlar. Kerala’da tek renk siyah yada beyaz ise “mundu”, Asya’nın diğer bölgelerinde ise “sarong”. Artık buralı erkekler gibi belime dolayıp İstanbul’da dolaşırım. Bir de onu alttan kaldırıp iki kat yapıyorlar, torba gibi, bayağı şık oluyor. Arada, artistik bir hareketle etekleri yere salıyorlar. Bildiğimiz peştamal gibi oluyor…
Bugün öyle önemli bir olay olmadı. Günün tek anlatılacak anektodu, sabah daha bismillah demeden, etekli dayılardan bir tanesi geldi, başımıza dikildi. Arzu’yu süzüyor. Eh buralarda normal, baksın gariban dedik ama bir türlü gitmiyor. Pareo alıyoruz yanaşıyor ona da bakıyor. En sonunda dayanamadım. Türkçe “Bilader sen de oraya kazık çaktın galiba, ne bakıyorsun açıkta bir şey mi var. Haydi yaylan şimdi, yallah yallah” diyerek kovdum. Arzu da olayı yanda yatan İngiliz hatuna anlattı, o da teşekkür etti. Sonra muhabbete başladılar. Kadın da turizmci imiş, Thomas Cook’ta çalışıyormuş. Buraya bir arkadaşı ile gelmiş. Arkadaşı kadın, alaturka tuvalette kayıp ayağını kubura sıkıştırmış. Topuğu boydan boya kesilmiş. Ancak iki gün sonra bir hastaneye gidebilmişler. Sonra da İngiltere’ye postalamışlar. Bu sırada hatuna Hindistan’ın tüm bakterileri ve mikropları bulaşmış, ayağı kesilmekten son anda kurtulmuş. O da burada yalnız kalmış…
Bütün gün şemsiye altında yatmama, on derece güneş kremi sürmeme rağmen akşama doğru hafiften yanık vaziyetleri başladı. Tam zamanında plaj olayını bitirdim.
Akşam Leo’da sadece kalamar yedik, dünkü kadar bol sayılır, fiyat aynı… Epey beklettiler, biz sos olmasın deyince, garson “ama öyle lastik gibi olur” dedi. Galiba pişirmeden önce bir şekilde marine ettiler, ki çok yumuşaktı ve tadından az biraz marine olduğu anlaşılıyordu.