Taj Mahal

Bugün erken kalktım, saat beşte, sırt çantamı topladım, Elif’le vedalaştım ve karanlık dar sokaklardan geçerek ana caddeye vardım. Caddeye çıkınca tren istasyonuna gitmek için karşıma çıkan ilk rikşacının iki misli fiyat söylemesine aldırmadan “okay” dedim. Dün Elif’le Eduardo benim yüzümden tüm Hindistanda fiyat düzeyinin yükseldiğini söylüyorlardı. Ama burada pazarlıkta öyle yapışkanlar ki sonunda yeter, bir iki lira için bunlarla mı uğraşacağım durumuna geliyorsun.

Tren vagonu
Tren vagonu

Tren biraz gecikmeyle de olsa geldi. Hangi sınıf bilmiyorum ama verdiğim para ve yolcu profilinden anladığım pek yüksek bir sınıf değildi. Her bölmede karşılıklı üçerden altı, yanda ise iki tane toplam 8 yatak var. Benim yerim ortada ama orada bir kadın yatıyor. Kondüktör geliyor ve “en üstte yatar mısın?” diye soruyor, “canıma minnet”. Kondüktör biletimi imzalayıp üstüne teşekkür ediyor.

Tac Mahal'de bir Hintli aile
Tac Mahal’de bir Hintli aile

Tren soğuk, uyku tulumunu çıkarıp üstüme örtüyorum ve tıngır mıngır uyuyarak Agra Fort istasyonuna varıyorum. Yine karşıma ilk çıkan rikşacının 40 rupi fiyatını kabul edip Tac Mahal bölgesine yanaşıyorum. Müslüman rikşacı, benim Türk olduğumu öğrenince sırt çantasını bırakmayı düşündüğüm Yash kafe için “bunlar gavur, yemekleri halal değil, mutfakta “dokunulmazları” çalıştırıyorlar” diyor ve beni bitişikteki başka hostele götürüyor. Burada Tahir arkadaş sırt çantamı 15 rupiye (meğer 50 imiş, fifty-fifteen sorunsalı) emanete alıyor. Bu arada rikşacı Muhittin arkadaş sürekli bana tur, yemek sokuşturmaya uğraşıyor. Akşam Varanasi’ye gideceğim istasyon, Tundla için onunla 400’e anlaşıyoruz. Biraz sonra dışarıda diğer rikşacılar 300’den kapı açıp 250 bile iniyorlar ama anlaştık bir kere deyip fazla üstünde durmuyorum.

Yıllar önce okumuştum, Nazım Hikmet Azerbaycan taraflarında dolaşırken, sürekli kazıklanıyor, ve birisi ona “can görürem cin görürem korkmirem, nerde bir müsülman görürem korkirem, babo korkirem” diye oraların bir deyişini söylüyor. Evet bu Hindistan diyarlarında Müslüman kardeşlerimiz kadar bizi kazıklayan daha çıkmadı, maalesef. Buralarda sakın Türk olduğunuzu söylemeyin. En iyisi İspanyolum demek. Onların ne paracı olduklarını bildiklerinden fazla üstelemiyorlar. Bu arada dün Jaipur’da herkes Elif’le bana “İspanyol musunuz?” diye sorunca Eduardo “kimlik krizine” girdi. Ailelerimizde İspanyol olup olmadığını sorgulamaya başladı, bu da ayrı bir mevzu ama araya sıkıştırayım.

Tac Mahal'de kadınlar
Tac Mahal’de kadınlar

Evet, gelelim asıl olaya… Şansım yaver gitti, söyledikleri gibi yoğun sis öğleye doğru dağıldı. Böylece mimarı Türk olan (burada öyle diyorlar) dünyanın en harika yapıtlarından birini ziyaret etme şansına sahip oldum. Bu arada yorgunluk ve verdikleri taksi fiyatları, sisin durumu vesaire yüzünden Fatehepur Sikri yani Hayalet Şehir’e gitmedim. Bir gün önce Elif’e söyledikleri gibi Tac Mahal kapalı falan değilmiş. Ne o gün, ne de bugün, zavallı kız birileri bir kaç kuruş kazanacak diye buralara kadar gelip Tac Mahal’ı göremedi.

Tac Mahal'de kadınlar
Tac Mahal’de kadınlar

Tac Mahal hakkında yazacak bir şey yok, herkes az buçuk biliyor(dur) sanırım. Bugün bayram olduğundan tıklım tıklım. Herkes burada. Giriş 750Rs. (dolar, euro almıyorlar). Giriş bileti ile bir galoş ve bir ufak su veriyorlar. Hintlilere 150 rupi olduğundan, onlar yalın ayak geziyorlar. Galoş ayakkabı üstüne takılıyor. Cep telefonu kapalı olacak, çakmak, yiyecek (paketinde bile olsa), mp3 çalar, özellikle büyük boyutlu kitap (benim Türkçe Hindistan rehberine bile önce el koydu, sonra geri verdi). Belli bir noktadan sonra video çekimi, özellikle el feneri velhasıl “yassak”. Kapıda iyice arıyorlar. Arıyorlar da ne oluyor, türbenin içerisinde bir sürü yerel vatandaş flaşla fotoğraf, cep telefonu ile aydınlatma, dokunma gibi eylemleri bekçilerin bağırtıları arasında gerçekleştiriyorlar.

Üç buçuk saat kadar Tac Mahal’de kaldım. Sis iyice dağıldı, fotoğraflar güzelleşti. Sonrası çıktım dışarı, buldum bir İnternet kafe, saati 45 rupi, yazdım yukarıdakileri. Akşam 20.30’da Tundla’dan Varanisi’ye gideceğim. İkinci sınıf aldım. Sanırım yolculuk sabaha göre daha kaliteli olacak.

Tundla istasyonu

Agra’dan Tundla’ya rikşa ile gittim. Ama siz asla böyle yapmayın. Din kardeşimiz hanutçu Muhittin İnternet kafeden çıktığımda beni sırt çantamı bıraktığım Sai Guesthouse’un kapısında bekliyordu. Artık beni kazıkladığını biliyordum, ama akşam akşam rikşacılarla muhatap olmak istemedim ve otelden çantamı aldım. Ben çanta bırakmayı 15 rupi zannederken meğer 50 rupi imiş. Tahir arkadaşın da ufak bir kazığını yedikten sonra, Muhittin beni başka bir rikşacıya transfer etti. Nasıl olsa hanuttan en az 150 rupi. kazanmıştı. Agra-Tundla arası 25 kilometre imiş, ben daha kısa sanıyordum. Rikşa ile bir saatte gittik. Buz gibi gece’nin karanlığında sis ve toz arasında üçerden altı şeritli bir otobandan ortaçağ görüntülerinin hakim olduğu Tundla’ya vardık.

Daha önce gördüğüm istasyonlar bunun yanında bal dök yala sayılır. Raylarda fareler cirit atıyor, binlerce kuş tepeden milletin kafasına pisliyor. İnsanların hali ise tam bir felaket. İstasyonda Avustralyalı Rob ile tanıştık. Trenin gelmesine daha bir saat var. Rob buraya halk otobüsü ile gelmiş. Otobüs rikşacıların dediği gibi 2 saatte değil yarım saatte istasyonda olmuş. Tren de biraz gecikmeyle geldi, 30TL kadar para verip 2class almıştım, iyi de yapmışım. Bizim dörtlü blokta üç Japon ile kalıyorum. Üst yanda yatan kız buraya taksi ile gelmiş ve 450 rupi ödemiş. Bana 650’den aşağı düşmeyen ve beni hasta hasta (iki gündür hafif bir soğuk algınlığı var, arada öksürük) 400 rupiye rikşanın buz gibi rüzgarına, bütün yolun tozunu toprağını yutmama sebep olan Müslüman kardeşlerimi bir daha hayırla anıyorum.

Trende 2class olduğumuzdan battaniye, yastık ve çarşaf veriliyor. Japon Aya ve ben serdiğimiz uyku tulumlarını toplayıp trenin malzemelerini kullanıyoruz. Bende Japonlar gibi hemen uyuyorum. Sabah bir saat gecikme ile Varanasi’ye varıyoruz. İstasyon pislikten batıyor. İnsanlar yerlerde, ser sefil. Burada dolaşan bizim gibi gezginlerin en gözde temalarından bir tanesi de bu durumlar. Dün Rob bir şey dedi ki haklı, Kamboçya da böyle ama burada nüfus haddini aşmış durumda ve örneğin Çin gibi bunu önlemeye de çalışmıyorlar. Her aileye bol çocuk diyen politikacıları alıp burada bir istasyonda üç gün yaşamaya mahkum etmeli… Vietnam’da da aynı sorun vardı, kontrolsüz bir şekilde artan nüfus, zenginleri daha zengin fakirleri daha fakir yapıyor. Cepini daha doldurmak isteyen kurnaz politikacı da “vatan, millet” diyerek milletin tavşan gibi üremesini istiyor.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Bir Cevap Yazın