Bugün Varanasi’de son gün. Yolun geri kalanında ağırlıklardan kurtulalım diyoruz ve bazı eşyaları posta ile Türkiye’ye göndermeye karar veriyoruz. Söylediklerine göre önce posta torbası diktirmek için terzi bulmamız lazım. Sonra da boşlukları tıkamak için balmumu. Kimileri de o adetler kalktı diyor, bakalım gün içinde olaylar nasıl gelişecek.
Bu gece Khajuraho’ya gidiyoruz. Şu an ilk bekleme sırasındayız ama kesinlikle açılır diyorlar. Tren Satna denilen bir yere kadar gidiyor. Oradan otobüsle devam edeceğiz. Arjantinli oradan geliyor ve 100 kilometre yol beş saat sürüyor diyor. Hadi hayırlısı, önce şu posta işini halledelim..
Hindistan’da bir postane macerası
Güne postane macerası ile başladık. Hostelin bulunduğu dar ve labirentimsi sokaklardan bir kaç kere kaybolup ana caddeye vardığımızda aradığımız şey tam karşımızda idi. Fakat, burası bir şube imiş. Tarif ettiler, bir yirmi dakika kadar yürüyüp ana postaneyi bulduk. Tam kapıda, elinde bez bir paket, içeri girmeye çalışan bir Fransız ile karşılaştık. Bize yolun karşısındaki terzihaneyi gösterdi. Tam o sırada bir görevli peydah oldu ve bizi kalabalığın arasından geçirip iç tarafa aldı. Burada rahatça sorularımızı sorduk ve paketi hazırlamak için hostele döndük.
Şimdi olay şöyle; biz önce ufak bir torba satın aldık ve eşyalarımızı içine doldurduk. Postanenin tam karşısında bir ofis gibi bir yer var. Paketi amerikan bezinden kumaşa sarıyor ve misina ipi ile güzelce dikiyor. Sonra dikiş yerlerine ve bazı noktalarına erittiği balmumunu sürüyor üzerine de bir damga basıyor. Kumaşın üzerine verdiği keçeli kalemle pasaport numarası (Hindistan’a gelirken pasaport numarasını iyi ezberlemek lazım, her zaman bir yerlerde lazım oluyor), adresler falan yazılıyor. Bu işlem için bizden 120 rupi aldı. Fransızın paketi de hemen hemen aynı boydu, ondan 150 o rupi aldığını söylemişti.
Sonra yolun karşısına postaneye geçiliyor ama bisikletli rikşalar yolu tamamen kapatmış. Caddeyi zar zor, bir şekilde geçiyoruz (şimdi alt tarafı bir cadde nasıl zar zor geçilir diyenlerin orayı bir görmelerini isterdim). Postaneye varınca sabah tanıştığımız görevli bizi çağırıyor ve arka kapıdan içeri alıyor. Zaten ön kapıdan girmek imkansız. Tabi sonra da, tüm işler bitince, bu işlem için bahşişi bir şekilde istiyor.
Postanenin içi tıklım tıklım, kuyruktaki insanlar birbirine yapışmış durumda. Gişelerden bir para alıyorlar ya da veriyorlar ama ne olduğunu anlamadık. Sadece kuyruğa bir kaynak olduğunda bağırışmalar başlıyor. İleri geri birbirlerine abanıyorlar, bu arada yüzlerde hain bir gülümseme ile öndekine değdirmenin ve değdirilmenin keyfini yaşıyorlar. Bu olayı ancak böyle anlatabiliyorum, gerisini siz tahmin edin. Hemen aklıma ABD’de yaşayan bir Taraf gazetesi yazarının geçen günlerde Türkiye’deki kuyruklar konusunda yazdıkları aklıma geliyor. Evet bizde de kuyruklar böyle yakın markaj ama burada yapışma olayı aşmış durumda, resmen tecavüz boyutlarında..
Paketimiz yaklaşık 7 kilo tutuyor, fiyat ise 1800 rupi kadar, bu arada iki görevliye de 200’er rupi bahşiş gidiyor, sanırım abartıp fazla verdim ama biraz da paketin esenliğini düşündüm. Karşılığında bilgisayardan çıkmış dandik bir kağıt veriliyor. Görevliye “paket eve varır mı?” diye sorunca, “rahat ol ve karmana güven” diyor. Ayrıca bir kağıda elle yazılan, gümrük parası diye aldıkları 300 rupi, sanırım bir başka üçkağıt ama o koşullarda bunu sorgulayacak durumumuz yok. (Sonuç mu? Evet, o paket İstanbul’a döndüğümüzde evdeydi. Artık karma mı dersiniz, mucize mi.. bilmem)
IPMall, sonunda bir AVM
Postane işini hallettikten sonra, buranın modern alış veriş merkezi IPMall’a gidiyoruz. IPMall girişinde bir McDonalds olan dört katlı, bizim kasaba hanları boyutlarında. Bir de sineması var. O kadar. Süpermarket soruyoruz, evet bir tane var ama içinde bir kaç tane kıytırık mal var, tuvalet kağıdı bile yok. Arzu orada iki kadına soruyor, hayır diyorlar bu şehirde öyle bir şey yok. Evet koskoca Hindistan’ın gördüğümüz bölgelerinde süpermarket yok. Bu yabancıların en hayretle konuştukları şeylerden biri. Kamboçya, Nepal, Laos gibi dünyanın en fakir ülkelerinde bile olan bir şeyin olmaması. Sonunda hostele yakın bir bakkalda aradıklarımızı buluyoruz.
Dönelim IPMall’a, kapıda eli sopalı güvenlik görevlileri istenmeyen kişileri kovalıyor. Burada her şey eski, bu “yeni ve modern” merkez dahi bir şekilde çabucak eskimiş. Bazı binalar insana, bir zamanlar bu şehir ne kadar ihtişamlıymış dedirtiyor. Tüm bu eskilik, kalabalık ve karmaşa içinde, sanki uzaydan düşmüş gibi, yepyeni ve modern bir Nokia Center var.. Evet tüm bu fakirlikten falan bahsettim ama sokakta lağımlardan pislik kazıyan adamın cep telefonu var. Hindistan herkesi her an şaşırtıyor. Özellikle de Varanasi… Yolda sürekli cenazeler geçiyor, ghatlara doğru. Bazı okul öğrencilerinin üniformaları bir değişik, Hristiyan bir okul olmalı dememe kalmadan Arzu, evet diyor, bindikleri otobüste “Saint bir şey” yazıyor..
Yol ortasında eli sopalı polisler trafiği idare ediyor. Yollar bir bisikletli rikşa seli, iğne atsan yere düşmeyecek halde, eski bölgenin dar sokaklarına ise yalnız bisikletler ve motorlar girebiliyor. İnsanlar, terlikleri ile inek pisliklerine basa basa dolaşıyorlar. Varanasi’yi anlatmaya çalışıyorum ama burası Delhi ve Jaipur”dan sonra gerçekten insanı zorluyor. Zaten konuştuğumuz diğer gezginler, Varanasi, insanın kendini deneme yeri diyor. “Ne kadar dayanabiliyorum”…