Sabah Jeremy ile buluşamadım. Uyandığımda saat 6.42 idi. Jeremy ile 6.15’de sözleşmiştik. Hemen giyinip çıktım. Vaha’nın dışına, köye doğru yürüdüm ama ortalıkta kimse yoktu. Güneş karşıdan doğuyordu ama fotoğraf için öyle aman aman bir görüntü değildi. Daha çok kırmızılaşan kumları çektim. Sonra da çadıra döndüm.
Çadır milleti uyanmış, hazırlanıyordu. Arzu’yu uyandırdım. Hava soğuk sayılır. Bir gün daha duş yapmasam bir şey olmaz. Kahvaltımızı yaptık. Asfalttan, yani yolu uzatıp, çöle bulaşmadan iki saat içinde Douz’a vardık. Ahmet ile vedalaştık. Dolmuş son iki kişiyi bekliyordu. Arka sol, her zamanki yerimize oturduk. Sanki rezervasyonlu gidiyoruz.
Dolmuş bizi Kebilli’ye bıraktı. Yolda dikkatimi, bedevi giysileri içindeki çölde yaşayan yaşlı kadınların bile cep telefonu kullanmaları çekti. Bir tanesinin yok sanıyordum. Dolmuş Kebilli’ye varınca o da çıkardı. Bir de erkeklerin deri ayakkabıları. Daha sonra bir örneğini müzede gördük. Bir mağazada bulsam alacaktım. Değişik bir dizaynı var. Oldukça modern sayılır.
Kebilli’de dolmuşta sadece ikimiz varız. Burada neredeyse bir saat bekledik. Arzu gitti önünde kuyruk olan bir yerden hurma aldı. Tunus’un hurması meşhur, her yerde hurma var. Bu durumda böyle bir yerde kuyruk varsa, bir nedeni olmalı. Fiyatı da şehirlere göre oldukça ucuz idi.
Tozeur’a doğru Tuz Gölünü takip ettik. Yıllardır, bizim Tuz Gölünde turistlere mola veririm, hep Tunus’da bulunan birileri çıkar ve bana Çöl Gülünü sorar. Tariflerden neye benzediğini anlamıştım ama hiç görmemiştim. Buralarda hediyelik eşya olarak en çok bulunan şey bu işte. Bizde Nazar Boncuğu, burada Çöl Gülü…
Dolmuş bizi garaja bıraktı, kalacak yer seçenekleri arasında Recidance Karim’a gitmeye karar verdik. 700 metrelik yol gözümüzde büyüdü, bir taksi çevirdik. Taksi bir dinara bizi otele bıraktı. İçeri girdim fiyat sordum. Oldukça makul, 26 dinar. Galiba üç gündür duş yapmıyorum. İlk sorduğumuz sıcak su oldu. Ayaküstü hemen resepsiyoncu elemandan ertesi gün için çöl turunu ayarladık. Tam gün 4×4 ile prayvıt tur, iki kişi 100 euro kadar. Ertesi gün fark edeceğiz öğle yemeği dahil değilmiş. Çünkü iki yarım tur almışız. Sanki birleşince yemekte dahil oluyor gibi anladık. Eğer iki kişi daha çıksa idi, bize bir miktarı iade edeceklerdi ama çıkmadı.
Resepsiyoncu tur aldığımız için herhalde bize büyük, güzel bir oda verdi. Burası gerçekten güzel. Otelde Marmara grubunun müşterileri de kalıyor. Duvarlar Tozeur’a has tuğla ile süslenmiş. Tüm şehir bu şekilde. Görülüyor ki turizm için buna dikkat ediyorlar. Banyoda sıcak su pek sıcak değil, öğlen olduğundan olacak ama daha dayanamayacağız. Odaya yerleşip kendimize geldikten sonra sokağa çıkıyoruz.
Tozeur, Tunus turizminin temel şehirlerinden biri. Çevresinde oldukça lüks oteller var. Genelde sahil tarafında kalanlar, bir kaç günlüğüne buraya geliyor. Burada çöl turları yapılıyor. Daha önce yazdığım gibi, bizim yaptığımızın tersi. Ufak bir çarşısı var, hediyelik eşyalar, kilimler, çöl gülleri…
Tozeur’da sadece otellerde alkollü içki var. Medina bölgesine gidiyoruz. Dar sokaklar, başkent gibi fazla alış veriş olayı yok. Bir sokakta ufak çocuklar para istiyor, hemen bir genç geliyor. Çocukları nazikçe uyarıp, güzel bir İngilizce ile bize olayı anlatmaya çabalıyor. Ben “yorulma biz Türküz” deyince, gülerek “hemşeri, kardaş” gibi bir kaç Türkçe kelime diyor ve yoluna gidiyor. Dar sokaklardan, yüksek duvarlı evlerden geçerken, kapısı açık birinden bakıyoruz. İçerisi bir saray gibi. Bu sistemde her şey kapalı duvarların arkasında. Bizdeki gibi bir mahalle, komşuluk olayı, sanırım yok. Dar sokaklar hızlı hızlı yürümek ve demir kapıların ardında kaybolmak için.
Bizi görünce fotoğraf için başını örtüyor |
Bir müzik dükkanından Türklere özel fiyattan 15 dinara bir CD alıyorum. Sonra fark ediyorum, bazı parçalar bizden. Bir de bu “Müslüman kardeş, Türklere özel” olayı oldu mu fazla pazarlık yapamıyorsun. Göz göre göre kazıklanıyorsun ama yapacak bir şey yok. Hindistan’da yaptığım gibi İspanyolum demek istemiyorum. Burada o kadar yapışkan değiller, hem de hiç değiller.
Otele dönüp biraz dinleniyoruz ve bu sefer şehrin öbür tarafı için dışarı çıkıyoruz. On beş dakika yürüme ile şehrin sınırlarına varıyoruz. ATV kiralayıp daha ileriye, güneş batışına gidiliyormuş. Burada da beş yıldızlı oteller, turistik dükkanlar, galiba bir tane bar var. Hava karardı. Acıktık. La Fontana diye bir yere oturduk. Restaurant’ta bizden başka kimse yok. Sezon sonu olduğu için etrafta fazla turist bulunmuyor. Tur otobüsleri ile gelen bir kaç tanesi de otellerden çıkmıyor.
La Fontana, isminden anlaşılacağı gibi, pizza ağırlıklı bir menüye sahip. Eğer dünyanın herhangi bir yerinde ne yiyeceğini bilmiyorsan, tek kurtarıcın pizzadır. Ben vejetaryen istiyorum. Abartısız söylüyorum, Asya’nın bir ucundan Avrupa’nın kalburüstü ülkelerine kadar, İtalyası dahil bir çok yerde pizza yedim. Ben böyle pizza görmedim. En lezzetlisi diyemem, ama kesinlikle gördüğüm en doyurucu pizza. İçinde beş kilo karışık sebze var. Aşçı mutfakta ne varsa koymuş. Öbürü de ondan aşağı değil. İçecekler, bir de çorba… hepsi on beş dinar kadar bir şey tuttu.
Yemekten sonra karşıda bulunan Dar Cherait müzesine girdik. Bu müze aynı isimli otelin bir bölümü. Müzeyi üçe bölmüşler, her bölüme ayrı ücret istiyorlar. Bölüm başı beş dinardan fazla. Böyle olunca sadece bir bölümü ziyaret ediyoruz. Güzel, şık düzenlenmiş bir müze. İslam sanatı. Bu müzeyi getirip Türkiye’ye koysanız hiç yadırganmaz.
Müze ziyareti sonrası yürüyerek otele dönüyoruz. Gece sokaklarda pek insan yok ama bir tehlikeli hava da yok. Sonuç olarak Tunus bir turist için güvenli bir ülke konumunda.