Sabah’ın soğuğu duş alma isteklerimi başka bir güne bıraktı. Rehber Ahmet haklı. Allah’ın çölünde duşu ne yapacaksın. Tuvaletler Avrupa usulü, kağıtla temizleme işlemini iyi yapmak gerekiyor. Su borusu ya da buralarda olan hortum yok. Allah’ın çölünde bilmem neren boklu kalsa ne olacak. Ellerini iyice yıka, bir de el dezenfektanı işleminden geçir, çık yola… Buralara bu domuz gribi olayı gelmediği için, bu el dezenfektanı yani sabunsuz el temizleme jeli, gayet ucuz. Kokusu da güzel. Bu olay özellikle Hindistan’da, Laos, Vietnam vesaire gibi yerlerde bayağı işe yarıyor. Bir gezginde her zaman olması gerekir diye düşünüyorum. Bulunması da tüm bu ülkelerde çok kolay. Türkiye’den götürmeye hiç gerek yok.
Önce Matmata’nın pazarında durduk. Bildik köy pazarı, Avrupalı için değişik olabilir ama bizim köy pazarlarının aynısı.
İlk durak, 25 Km sonra, Toujene. Önce tepede durup bir fotoğraf molası verdik, sonra da köy içinde, kilimcinin önünde. Satış için ısrar yok.
İkinci durak, 25 Km. sonra Ksar el Hallouf. Bu Ksar, yani Hisar, tepelerde yiyecek depolanıp, düşman saldırında toplanılan yer. Akropol de diyebiliriz.
Üçüncü durak, 35 Km ileride bulunan Ksar Haddada. Burası da bir Star Wars mekanı. Şimdi otel olmuş. Benim ilgimi dışarı da bir şey çekiyor. Caminin avlu kapısı açık. Cami duvarında seramikten resimler var. Hac sahneleri. Bizde camilerde resim olmaz, günah denir. Ahmet’e camiye girebilir miyim? diye soruyorum. Ben bile giremem diye cevaplıyor.
Buradan biraz erkende olsa, saat daha 11, öğle yemeğine gidiyoruz. Ne yapalım, tamam diyorum. Bu herhalde 11.30’da öğle yemeği yedirdiğim grupların intikamı. Turlar böyle, bazen, bazı şeyler zorunlu oluyor. Rehberimize hak veriyoruz.
Yemek Ghomrassen köyünde, öyle bir lokantada duruyoruz. Yemekleri fena değil. Daha sonra ATM’den para çekiyoruz.
Dördüncü ziyaret, 22 Km. mesafede Ksar Guermessa. Burası tam tepe. Çıkış yolu tam off-road. Tepede bir cami ve kale kalıntısı var. Tam tepede biri var. Ben de oraya çıkmak istiyorum ama kayan toprak, özellikle sert rüzgar engel oluyor. Fazla vakit kaybetmeyelim diye yarıdan geri dönüyorum. Manzara tepeden müthiş. Bu arada bir Fransız grup, kiraladıkları Renault Symbol ile geliyor. Ahmet’e bu nasıl geçti o yoldan diyorum. Meğer arkadan daha ehveni şer bir çıkış varmış. Ahmet bizi o yamaçtan çıkararak artistlik, biraz da aldığı parayı hak etme olayı yapmış.
Epey bir çölle cebelleştikten sonra asfalt yola çıkıyoruz. Yolda dikkatimi güneş enerjisi ile çalışan baz istasyonları çekiyor. Bunu bizde niye yapmazlar merek ediyorum. Cep telefonu şirketleri, sürekli, elektrik masrafından falan yakınıyorlar. Al sana bedava enerji. Özellikle İç Anadolu ve Akdeniz bölgesinde gayet rahat kullanılır.
Ksar Ghilane’ye varınca önce gece kalacağımız çadıra eşyalarımızı bırakıyoruz. Bildiğimiz kıl çadır, içine yatakları koymuşlar. Bizimkinde dört tane var. Bu çadırların klimalıları falanda varmış. Bu mevsimde gerekmiyor. Tam tersine gece kalorifer lazım. Sonra sıcak su kaynağının küçük bir gölet oluşturduğu yere gidiyoruz.
Ben nedense burayı daha sonra Tozeur’da göreceğimiz şelale ile karıştırmışım. Arzu’da öyle. Avuç içi kadar su birikintisini görünce hafiften hayal kırıklığına uğradım. İçinde dört tane yaşlı Hollandalı (belki de İsveçli), neyse, kıytırık bir yer. Bu olay elbette suya girme isteğimi yok etti. Zaten sevmem bu havuz tipi yerleri. Yıllardır rehber olarak Pamukkale’ye giderim, vaktim de olur. Daha bir kere o havuza girmişliğim yoktur. Üstelik biz rehberlerden para falan da almıyorlar. Onu bırak otellerde havuzlara bugüne kadar üç ya da dört kere girmişimdir. Ben deniz kenarında doğdum, deniz görünce dayanamam dalarım. Ama havuz, kalsın…
Havuz olayından sonra deve krizi çıktı. Bildiğimiz deve, hörgücü falan olan. Orada anladık ki bizim tura deve ile çölde güneş batışı da dahil imiş. Biz kamyonetle gideceğiz sanıyorduk. Kriz niye çıktı, çünkü Arzu, asla ve asla, deveye binmez imiş. Rehber Ahmet’te deve başı 15 dinar veriyormuş. Çocuk boşuna zarara girecek. Bir de yolun sonunda Roma kalesi görülecek. Ahmet Arzu’ya, onu kamyonetle götüreceğini söyledi. Bunun üzerine ben “deve ile gideyim, dönüşüm kamyonetle olsun” dedim. Olayı bir çözüme bağladık…
Böylece ömrümde ilk defa Afrika çölünde deveye binmek kısmet oldu. İlk başlarda sallantı düşme korkusu yaratıyor ama kolayca alışılıyor. Sadece arkadan gelen devenin şişmiş dışarı sarkan dili, uzakta olmasına rağmen çok yakın hissediliyor. Ondan tırstım, ısırır falan diye, he he he… Onun dışında problem olmadı. Eski zamanlarda bu çöllerde bu develerle günlerce giden insanları düşündüm. Olacak şey değil. Bir saat, sadece gidiş bana yetti.
Roma kalesi, öyle özel bir şey değil. Kalacağımız vaha geride yemyeşil görülüyor. Dönüşte Ahmet kumda kamyonet ile bir kaç atraksiyon yapıyor. Bizi güneş batışının güzel gözükeceği bir kum tepesinde yerde bırakıyor.
Vahaya, Camp El Biden’e dönüyoruz. Burada yapacak bir şey yok. Akşam yemeğini yiyoruz. Çorba süper, kus kus her zaman ki gibi yaramaz. Yemekten sonra bara geçiyoruz. Ama soğuktan oturmak ne mümkün. Deve de önümde giden Güney Afrikalı seyahat yazarı Jeremy ile ertesi gün güneş doğuşuna gitmek için sözleşiyoruz. Rehberimiz Ahmet ve otel çalışanları barda müzik yapıyorlar. Önce bizi eğlendirmek için sanıyoruz ama biz çadıra döndükten sonra onlar devam ediyor. Demek ki adamlar böyle eğleniyorlar.
Gece soğuk. Ben diğer iki yatağın battaniyelerini de toplayıp on battaniyelik kalın bir koruma yapıyorum ama galiba çok abarttım. Gece yarısı battaniyelerin ağırlığından yorulup yarısını kaldırıyorum. Böylece çöl çadırında sabah ediyoruz. Mağarada yattım, deveye bindim, bedevi çadırında da uyudum, daha ne olsun…