Günübirlik Dougga’ya gitme planını iptal edip, Tunus’da kaldık. Dün otel değiştirme falan derken duşu kullanmamıştık. Bitli turist modunda gezmenin de bu rahatlığı var, bir gün, bir hafta duş yapmasam, koksam ne olacak… diye düşünüyor insan. Hava da serin olunca, terleme falan yok. Neyse, sabah duş yapacağız, sıcak su var tamam ama soğuk su yok. Biraz akıyor gibi oluyor kesiliyor. İki kere resepsiyona indim, tamirci geldi, çözüm yok. Yan odaya baktım, az biraz var. Bir alt kattan bir oda vermek istediler, orası süper ama oda karanlık ve temizlenmesi lazım. Neyse Arzu dayanamadı, banyoda zaten kocaman bir kova var, ben de pet şişeyi kestim. Hindistan’da yaptığımız gibi duşumuzu aldık, güne başladık.
Otelden çıkınca ilk önce Türkiye caddesini ziyaret ettik, sonra bu caddenin kesiştiği Habib Burgiba bulvarının sembol yapılarından Saat Kulesini fotoğraflayıp yolun öbür tarafında bulunan Turizm Ofisine kısa bir ziyaret yaptık. Görevli kadın dedelerinin Türk olduğunu söyledi. Biz gördüğüne mutlu oldu.
Dönüşte Mustafa Kemal Atatürk Caddesini keşfettik. Biraz ileride bulunan kitapçıda biraz bakındıktan sonra kahvaltı için yol üstünde bulunan kafelerden birine oturduk. Kahvaltımızı yaptık hesap geldi, kahve 2.5 dinar, oysa dün 0.70 vermiştik. O sırada yan masaya hesap geldi, yamulup bir göz attım, 0.70 dinar. Hemen gençlerden fişlerini isteyip bize girişte oldukça yardımcı olan şefe gittim. İki fişi karşılaştırınca olay aydınlandı. Meğer biz Cappuccino içmişiz, onlar ise Capusin. (kapusaan) Ama fincanlar ve içilen nesneler neredeyse aynı, Cappuccino’da fazladan biraz krema var, fark o. Bu arada fişlere bakarken bizim kreplerden birinin eklenmediğini fark ettim. Hemen şeften fişi kapıp hesabı ödedim ve yola devam ettik. Sonradan o bir buçuk dinarlık krepi ödememekle vicdan azabı duyduk ama turist olarak her yerde kazıklandığımızı bahane edip hemen bu olayı unuttuk.
Sonra sokaklarda bir tur attık, bir kahve daha içelim dedik ama Victoria alanı yada Bab el Bahar tarafında bulunan kafelerin Capusin makineleri bozuk (ucuz kahve vermeme üç kağıdı) olduğundan yüz metre ileride bulunan dün kahvaltı yaptığımız yere geçtik. Burası Fransız elçiliğinde Medina yönüne giderken ilk yer. İsmi Arapça harflerle yazıldığından buraya yazamıyorum. Hem kahvaltı, hem de ucuz ve güzel kahve için tavsiye ederim.
Kahveden çıktık, köşeyi dönünce, yan sokakta bulunan süpermarkete girdik. Cuma namazı zamanı olduğundan içki reyonu kapanmış. Daha sonra açılacakmış. Cuma günleri marketlerden sadece yabancılar pasaport göstererek alkollü içki alabiliyor, bunu bir hafta sonra öğreneceğiz. O gün herkese yasak zannettik. Gerçi bir görevli olayı anlatmaya çalıştı ama anlamadık.
Market çıkışı poşetleri yakında bulunan otele bıraktık ve Medina bölgesine yöneldik. Bütün şehirlerde bu Medina’lardan bulunuyor, yani eski şehir. Surlarla çevrilmiş bir alan, dar sokaklar, yüksek duvarların arkasında bulunan evler, kapalı çarşılar, hepsi bir arada…
Zeytin Cami, Cuma namazı nedeniyle ziyarete kapalı. Tüm Tunus’ta ziyarete açık bir kaç cami var. Diğer camiler ise gün boyu kapalı. Ziyaret edilenlerin ise sadece avlusu geziliyor. Giriş parası isterlerse Türk olduğunuzu söylüyorsunuz, para almıyorlar. Camileri içeriden görmek isterseniz namaz vakti, namaz kılmak için girebilirsiniz ama fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Cezası doğrudan hapis (böyle duydum).
Bugünün geri kalanını Medina’nın dar sokaklarında kaybolarak geçirdik. İlk başta ıssız dar sokaklar güvenliği akla getiriyor ama endişe edecek bir durum yok. Dolaşırken, üst katlardan bir kadın nereli olduğumuzu soruyor. Onun Arapça ve Fransızcası, bizim İngilizce ve İspanyolcamız rahat anlaşmamızı engelliyor. Atalarının Türk olduğunu, bizi eve davet ettiğini anlıyoruz ama davetini anlamamış gibi yolumuza devam ediyoruz. Sonra içimize keşke o daveti kabul etseydik, ayıp mı oldu şüphesi düşüyor. Bu anlaşamama olayı can sıkıcı. Keşke bu geziyi Fransızca bilen bir arkadaşa da söyleseydik. Aslında aklımıza hava alanına giderken geldi ama artık geç olmuştu.
Medina bölgesinin girişinde turistik dükkanlar var, satıcılar gayet efendi, rahatsız etmiyorlar. Türk olmak her zaman sempati ile karşılanıyor. Satılan malların bir kısmı bizim Kapalıçarşı ile aynı. İç kesimlerde daha bir yerel insanlara hitap eden dükkanlar var. Arzu’nun dikkatini çektiği gibi kadınlar tarafı tıklım tıklım, erkeklere yönelik eşyaları satan dükkanların olduğu sokaklar ise boş sayılır.
Şimdi Tunus deyince akla Afrika, sıcak memleket, güney falan geliyor ama burası Antalya ile aynı enlemde. Hava erken, 17.30’da kararıyor ve bu mevsimde gece bayağı serin oluyor. Yapacak pek bir şey yok. Çoğu şehirde bulunan alış veriş mekanı Magazin General’e bakıyoruz. İçki mevzunda burada pasaport falan diyorlar. Gündüz öbüründe kapalı idi, şimdi pasaport… cuma olayını hala anlamış değiliz. Görevli de yok zaten…
Habib Burgiba caddesi ve sonunda bulunan Saat Kulesi ışıl ışıl. İnsanlar kafelerde oturmuş kapusan’larını içiyor, bazıları da caddede bir aşağı, bir yukarı dolaşarak piyasa yapıyor. Sokakta bira veren, bizim gördüğümüz, sadece Cafe Paris var. Bizi kazıklamak isteyen pizza bölümüne değil, kafe bölümüne oturuyoruz. İnsanları seyrederek günü bitiriyoruz.
Gece otele dönüyoruz, etrafta bayağı bir hareket var. Pavyonlar müzikleri sonuna kadar açmış. Gündüz aşağıda gördüğüm etine dolgun hatun peşine ufak tefek bir müşteriyi takmış, önümüzde otele giriyor. Bir diğer komşumuz odanın kapısını açmış, mumları yakmış yatakta bekliyor. Herhalde böyle müşteri işini ayarlıyorlar. Gir içeri, kapa kapıyı. O kadın ertesi gün yok oldu. Belki oda değiştirdi. Neyse Arap-İslam ülkesi, Kemalizm emülasyonu, tek adam yönetimi, kapalı camiler, cuma günleri alkol sınırlaması ama bar serbest, kızların popo teşhiri, otelde yasak ama aleni fuhuş… Benim ilk izlenimlerim. Turist izlenimleri her zaman yanıltır, bunu da biliyorum. Tunus gezmesi kolay, rahat bir ülke ve daha görecek çok yeri var.