Sabah epey bekledikten ve bir kaç telefondan sonra Cab Car’ın gönderdiği pikap geldi. Adam telaş içindeydi, meğer yolu kaybetmiş, sabahtan beri aranıyormuş. Bu eni on, boyu beş kilometre şehirde de kayboldu ise İstanbul’a hiç gelmesin. Akşama evini bulamaz vallahi. Bize verecekleri araç broşürde Toyota idi ama ofise varınca Nissan Hard Body oldu, iyi de oldu. Sonuçta ikisi tıpatıp benzer araçlar. Bize verilenin arkası camlı, tabanda da kalın bir mat var. Diğerlerinde gördüğüm çadır monte edilen vidalar da yok, gayet geniş. Helena’ya “bunun içinde yatan var mı?” diye sorduk, sanki garip bir fikirmiş gibi bir yüz ifadesi takındı “galiba, bazen oluyor” dedi. Genelde insanlar üzerinde çadır olan 4×4’lerden kiralıyor. O zaman da fiyat ikiye, üçe katlıyor.
Nissan 2×4
Neden 2×4 aldık? Elbette fiyat olayından. Sadece Sossusvlei’de 4×4 gerekti, orada da iç kısıma taşıyan ücretli araçlar var. Bunu bize Güney Afrika’da tanıştığımız kızlar tavsiye etmişti, haklılarmış. Normal sedan, hatta küçük araçlarla gezenleri de gördük ama yolların çoğu stabilize. Lastik patlaması ve cam kırılması çok görülen olaylardan, bu nedenle büyük araç her zaman daha iyi. Üstelik, Toyata Corolla ile bunun arasında çok az bir fiyat farkı vardı.
Peki, neden araç kiraladık? Çünkü Namibya’yı başka türlü gezmek çok zor. Daha sonra tanıdığımız; araç kiralamadan dolaşmaya çalışan bazı gezginler, çok pişman idiler. Eğer araç olmaz ise, çoğu yerde turları almak lazım ki, sonuçta hem aynı paraya geliyor hem de yollarda rezil olunuyor. Namibya’nın uçsuz bucaksız coğrafyasında pek toplu taşıma aracı da bulunmuyor.
Aracı modifiye
Yola çıkmadan bir tuhafiyeciye gidip tül aldık. Geceleri sivrisinek girmesin camlara bantladık ve bayağı işe yaradı. Bazı geceler ise soğuk yaptı, camı hiç açmadık. İçeri sivrisinek savar asmamıza rağmen bir kaç gece içeri sızmalar oldu ama dar mekanda bertaraf etmek zor olmadı.
Önce, ilk geceleme için, NWR yani Namibya Milli Parklar Ofisinden Hardap Milli Parkında yer ayırttık. Bize, daha sonraki parklar için; girişlerde yer alabileceğimizi, erken rezervasyona gerek olmadığını söylediler. Pek yoğunluk yokmuş, böyle iyi oldu. En azından daha serbest hareket edebileceğiz.
Windhoek’den ayrılmadan önce son uğradığımız yer, büyük bir AVM olan, Maerua Mall oldu. Orada çok ucuza çadır, mat, katlanan sandalye vs. bulduk. Çadırı hiç kullanmadık. Son gün kullanmak istediğimiz de ise ipleri kopuk idi. Yani istesek de kullanamayacakmışız. Yiyecek, içecek tedarikini yaptık. Suyumuzu falan aldık. Fast Food ama lezzetli bir kalamar yedim. Ve yola çıktık.
Yola çıkış
Yollarda bol miktarda otostop yapanlarla karşılaştık. O güneşin altında, belki de kilometrelerce yürüyecek küçük öğrenciler, gençler, yaşlılar. Arka taraf kapalı ve eşyalarımız var. Doğal olarak kimseyi alamadık. Bazıları kızdılar ama ne yapalım. Yolda pek trafik yok, yani hemen hemen hiç araç yok. Namibya’nın az bulunan asfalt yolların birinde olmamıza rağmen, yine de ilk günün tedirginliği mi desem, hız olarak yüzü aşmamaya çalışıyoruz. Arzu sıkılınca, ben kullanmaya başlıyorum. İkimiz de İngiliz usulü trafikte daha önce kullandığımız için bir problem yok. Hemen adapte oluyoruz.
Hardap Milli Parkı
Yaklaşık 280 kilometre sonra rezerve yaptığımız Hardap Milli Parkına varıyoruz ve 90 nad giriş ödüyoruz. Bize kamp yerini tarif ediyorlar. Burası göl kıyısında ve kuş çeşitliliği ile tanınıyormuş. Giriş binası gayet düzgün, bitişiğinde müşteri olmadığından olacak kapalı bir restoran var. Ama kamp alanı dökülüyor. Güney Afrika’daki kamp alanlarından sonra, burası bana acayip depresif geliyor. İçimden ” ya ne yapıyoruz burada” diyorum. Yan tarafta, tek gölgeyi kapmış çocuklu aile üstü açık ciplerinin arkasına teknelerini takıp göle gidiyorlar. Saat on yedi, güneşin batmasına daha iki buçuk saat var.
Yaklaşık 200 kilometre ileride Keetmanshoop kasabası var. Acil bir kararla buraya verdiğimiz elli lira kadar ücreti yakıyoruz ve yola devam etmeye karar veriyoruz. İyi ki de vermişiz. Hava kararmadan hedefe varmaya çalışıyoruz, artık gaza biraz daha basmaya başladık. Bu yollarda önemli bir olay da, benzin durumunu ayarlamak. Öyle her yerde benzinlik yok. Turizm Ofisinden aldığımız haritada benzin istasyonları işaretli, o çok işimize yarıyor. Kural, depo yarıya inmişse ve bir benzinlik varsa doldur olmalı. Ama yine de tembellikten falan bir kaç kere ucu ucuna yetiştik.
Garaspark kamp yeri
Saat 19.30 gibi “acaba hala duruyor mu?, yoksa, geçtik mi?” endişeleri arasında uçsuz bucaksız yolda giderken, “Garaspark kamp yeri” tabelası beliriyor. Şimdi gitsem, arabayı kuytu bir köşeye çeker, arkasında yatarım ama her şeye rağmen güvenli bir yerde rahatça uyumak daha iyi. Rehber kitapta büyük kuklalar, garip heykeller diyor. Alaca karanlıkta, bir şekilde, onların arasından kamp yerine varıyoruz. Burada tek üzüldüğüm şey, bir yarım saat önce varıp o muhteşem güneş batışını kaçırmak oldu. Ama “mavi saatlere” yetiştik, bu da tesellisi oldu.
Kamp yerinde bizden başka kimse yok, Çılgın ve eğlenceli görünüşlü eleman, karısı, köpeği sevinçle bizi karşılıyorlar. Kamp alanında bir sürü Quiver ağacı var, böylece Quiver ormanı için ayrıca zaman ayırmamıza gerek kalmadı. Güneşin batışı sırasında çok güzel görüntü veriyorlar. Etrafımızdaki süper eksantrik kuklalar ise manzarayı tamamlıyor. Kamp görevlisi, çadır kuracağımız yeri, tuvaletleri, duşları gösteriyor. Kimse yok, istediğinizi kullanın diyor. Eğer bir otobüs falan gelirse diye erkekler ve kadınlar için olanları ayrıca belirtiyor. Komik bir durumdu. Artık, uçsuz bucaksız bir bozkırın karanlığında, kara yoldan bir kilometre içeride, bizim gibi yolunu kaybetmiş bir otobüs dolusu gezgin gelirse hangi tuvalete gideceğimizi biliyoruz.
Hava kararınca, elektrikte yok. Pikabın arkasını hazırlıyoruz. Camlara tülleri yapıştırıyoruz. Arzu bir şeyler okuyor, ben ise yorgunluktan hemen uyuyorum.