Dün Wade bizi Buz Bus’ın kalktığı hostele bıraktı. Tam vardıktan biraz sonra, saat dokuzu çeyrek geçe Baz Bus geldi. Yirmi iki kişilik minibüsün arkasına yük römorku bağlı. Sırt çantalarını buraya attık. Daha sonra üç tane bisiklet bile sığdı.
Sonrası, “dum tıs tak” müzik ile yola çıktık. Acayip fakir mahallelerden geçtik. Bazı süper temiz ufak köylerden. Yolda geniş tarım alanları gördük. Buralarda ne ekersen yetişiyor deniyor. Hollandalı, Alman, İngilizler yıllar önce gelmiş, tüm verimli yerleri kapamış, kendi köylerini, şehirlerini kurmuş. Mesela bir tane Midas süpermarket gördüm. Anadolu’nun bağrından çıkmış Midas’ın burada işi ne. Bu ismi koyan kesin mitoloji meraklısı bir Alman’dır. İki yerde mola verip, saat bir buçuk civarı biraz gecikmeyle de olsa, kalacağımız Mossel Bay’a vardık.
Mossel Bay
Bugün ilgimi çeken köylerin girişinde, içinde, dışında “backpackers” yazılı kocaman trafik tabelalarının olması. Yani araba kiralayan turist için her şeyi düşünmüşler. Nasıl düşünmesinler, bizim bitli turist diye beğenmediğimiz backpackers hostel oda fiyatı 60 lira. Bu fiyata Türkiyede pazarlıkla bir çok yıldızlı otelde kalabilirsin. Demek ki bitli turistten de para kazanma yolu varmış. Ayrıca belirteyim, burada ucuza kalmak isteyenler guesthouse bakmasınlar. En ucuza kalınan yerlerin ismi “backpackers”, duruma göre B&B’de olabilir.
Mossel Bay’da MosselBayBackpackers’a yerleştik. 380 randa içinde banyo olduğu için lüks denilen bir oda aldık. Buranın mutfağı, buzdolabı vesairesi var. Kahvaltı ekstra. Çay, kahve free… Buraya gelene kadar öğlen oldu. Yapacak bir şey yok. Bahçede oturup vakit geçirdik. Ben şehre bile çıkmadım. Burası küçük bir şehir, güvenli. Zaten evlerin duvarlarının alçak olmasından anlaşılıyor. Elektrikli teller de yok. Arzu çıktı meyve falan aldı. Akşam bazıları mutfakta yemek yaptı, bazıları dışarı çıktı, hostelci kızın barbekü partisi herkese pahalı geldi. Biz ise telefonla karışık bir kalamar, karides, balık, patates kızartması istedik. Kişi başı on iki liraya doyurucu bir yemek yedik.
Şu an hostelde oturdum tüm önceki günlerin olaylarını yazdım. Mossel Bay meşhur Garden Route’nin başlangıcı. Etrafta bir sürü görülecek şey var. Devekuşu çiftliği; 75 kilodan az isen binebiliyorsun. Sonra Cango Mağaraları, vahşi hayvan bölgeleri. Dün minibüs bir tanesine yolcu bırakmak için uğradı. İlk zebraları gördüm ama fotoğraf çekmekte geç kaldım.
Aktiviteler
Ama tüm bu aktiviteleri yapmak için tur almak lazım. En ucuz tur ise 35 eurodan başlıyor. En mantıklı üçü bir arada 65 euro. Bu ekstra fiyatları görünce acaba araba kiralamak daha mı mantıklı diye ciddi ciddi düşünmeye başladım.
Rehber kitapları okuyorum, şu an bulunduğumuz Garden Route için cennetin bir parçası diyorlar. Valla, benim gördüğüm Dinar’dan Konya’ya giden yol gibi bir coğrafya. Neymiş, dünyanın en çok bilmemneli mağarası varmış. Buranın en büyük turistik atraksiyonu imiş. Bu en büyük mağara hikayesi de gittiğimiz her ülkede var. Mevzu onun olması değil, oraya ulaşımın sağlanması. Sen mağaranı sadece pahalı turlara yem yaparsan, ben de gidip görmem, bir de böyle bok atarım ki kimse gitmesin. Cango mağarasıymış, peh!.. onlardan Türkiye’de bir dolu var. Gümüşhane, Karaca mağarası hepsine beş basar.
Şu ana kadar gördüğüm, buralarda bir şey yapmak için en iyisi araba kiralamak, çadır, uyku tulumu, iyi bir fotoğraf makinesi, tripod falan tüm ağırlıkları yüklenmek ve bol para harcamayı göze almak lazım. Öyle Tayland, Hindistan gibi binerim tuk tuka, gezerim her yeri durumu yok. Burada olay farklı.
Köpekbalıkları
Buranın en popüler turu ise “büyük beyaz köpekbalıklarını” görmek için dalmak. Tabi kafesin içinde. TV’de gördüm kafesi bile dişliyorlar. Bu tur 1300 rand, yaklaşık 260 lira. Arzu tura yazıldı, bizimle aynı minibüste gelen bir Amerikalı çocuk da yazılmış. Güney Afrika’da dedeleri Türk olan bir arkadaşı varmış. Neyse olayı görmek isterdim ama bu Güney Afrika macerası düşündüğümden daha masraflı olacak gibi. Ben hostelde kalıyorum. Resepsiyoncu kız “derin sularda balık tutma” turu ister miyim diye sordu, o da kazık. Arzu köpekbalıklarını gitsin görsün, blogunda anlatır biz de okuruz.
Arzu köpekbalığı dalışından döndü. Bayağı heyecanlı geçmiş. Şansları varmış, sekiz tane gelmiş. Bir tanesi bayağı agresifmiş, parmaklıkları kemirmiş. Eğer ellerini çekmeseler parmaklar gider imiş. İşte böyle, hava kapalı, sert bir rüzgar var, hostelde kalmaya devam. Yarın öğlen Baz Bus ile Wilderness diye bir yere gideceğiz. Bakalım orada ne var, ne aktiviteler var. Güney Afrika aktivite, heyecan, uçaktan kendini atma, köpekbalıklarına yem olma, doğa ile mücadele etme yeri. Bana pek uymadı. Öyle tehlikeli şeyleri pek sevmem. Mağara ve deve kuşunu ise her yerde gördüm, bir daha 65 euro vermem. Neyse, önümüzdeki günlerde gideceğimiz yerlerde, elbette vardır, bir şeyler…
Az önce bugün gelen resepsiyoncu ile konuşuyorduk. Yazın cankurtaranlık da yapıyormuş. Bazen diyor “millet o kadar açılıyor ki, kara ile aralarında köpekbalıkları görüyoruz”. İnsanlar panik olmasın diye uyarı yapmıyorlarmış. Bir kere kendisi de sörf yaparken üç metre ileride köpekbalığını görmüş, dondum kaldım diyor. Balık çapraz geçip gitmiş. Ben diyor “kimseye buralarda denize girmeyi tavsiye etmem”, kendisi de girmiyormuş. Bugünlük bu kadar. Güney Afrika macerası, hostelde pinekliyerek tam hızıyla devam ediyor. Akşama mutfakta makarna yapacağız.
İnternet sorunu
Bütün bunları yazdım ama sayfaya yollayamıyorum. Bu Güney Afrika’da kıl olduğum bir olayda bu İnternet yoksunluğu. Hostelde İnternet var ama ateş pahası. Dünyanın en fakir ülkesi Laos bile buradan daha iyiydi. Cep telefonu ile göndereyim dedim. Arda’nın bize verdiği HTC’de Windows Mobile var ama bilgisayardaki Windows ile bir türlü tanışamıyorlar. Ulan Microsoft senin yaptığın ve yapacağın işletim sistemlerinin içine… keşke bizim mini laptopa buraların yıldızı Ubuntu yükleseydim. Arzu alışık değil diye yapmadım. Parmak hafızadan çalıştırabilirdim ama ondaki her bayta fotoğraflar için ihtiyacım var. Yazıları telefona aktarabilsem, oradan sayfaya yüklerdim ama olmuyor. Artık yarın bulacağız İnterneti olan bir yerler…