Sabah komşu guesthouse’un wi-fi’si biraz güçlü gelince İnternet’e girebildim, meğer dün havuz tarafına gitsem, bütün gün kullanabilecekmişim. Sonunda yazdıklarımı ve hatta fotoğrafları bile yükledim. Zaten görüyorsunuz.
Sonra Mossel Bay’ın yürüme on dakika mesafede olan merkezine, alışverişe gittim. Burası tipik bir İngiliz kasabası görünümünde. İngiliz diyorum, çünkü sadece onu gördüm ve biliyorum, belki Hollanda, Almanya da böyledir. Bahçeli, tek katlı evler, boş sokaklar, tek tük geçen araçlar. Aşağıda liman.
Öğleden sonra üç civarı, bir saat gecikmeyle, Baz Bus geldi ve Amerikalı John ile MosselBayBackpackers’ı terk ettik. Mossel Bay limanı bir körfez içinde bulunuyor. Etrafında plajlar var. Yollar ve evler modern ve düzenli. Afrika’da olduğumuzu bilmesek, daha önce de yazdığım gibi, bir Kuzey Avrupa şehrinde olduğumuzu düşünebiliriz.
Döviz olayı
Aracımız şehir çıkışında bir benzin istasyonunda duruyor. Benzinin litresi bizim paramızla bir buçuk lira civarında. Burada araba kiralayacaklar, aklınızda bulunsun, benzin istasyonlarında kredi kartı geçmiyor. Güney Afrika’nın hiç bir yerinde yabancı döviz kabul edilmiyor. Biz parayı ATM’den çekiyoruz. Resmi döviz kuru düşük. Yurt dışına çıkacak Güney Afrika vatandaşlarının belli bir kotası var. Aynı eski zamanlarda Türkiye’de olduğu gibi. Bilseydik euro getirir, buradaki arkadaşlara bozdururduk. Hem onların işi görülürdü, hem de biz kurdan kazanırdık. Aslında Arda bunu söylemişti ama ben anlamadım.
İstasyondan sonra George şehrine doğru yolumuza devam ettik. Bir iki guesthouse’a yolcu bırakmak için içerilere girdik. Nefis bir dağ manzarası vardı ama minibüsten çekemedim. Yeşil bahçeler içinde evler, golf alanları, guesthouse’lar, tertemiz yollar. Evet burası gerçekten güzel bir yer. Doğal olarak beyazların yaşadıkları yerler olmalı. Beyazlar nüfus olarak ülkenin dörtte birinden azını oluşturmalarına rağmen daha fazla alan işgal etmiş gözüküyorlar, ya da bizim geçtiğimiz yerler böyle. Belki biraz daha iç kesimlere girsek manzara değişecek.
Şerefe
George şehrinde bir Mc Donalds’ın yanında yemek molası veriyoruz. Bir kaç pizzacı falan da var. Biraz ilerleyince, önce Arzu fark ediyor, Şerefe Restaurant. Ş’nin şesi de yazılmış üstelik. İçeri giriyoruz, duvardan duvara bir Ayasofya resmi, kasada sarışın bir hatun var, restoranın sadece akşam hizmet verdiğini söylüyor. Bizde yemeklik bir şeyler almak için yolun karşısında bulunan Total benzin istasyonuna geçiyoruz. Bonjour market burada bayağı zengin. Cadbury, Daily Milk with Turkish çikolatası günün ikinci Türkiye olayı oluyor.
Wilderness
Yemek molasından on beş dakika sonra Wilderness’de kalacağımız Beach House Backpackers’e varıyoruz. 300 randlık bir oda alıyoruz. John koğuşta kalıyor, 125 rand. Banyolar ortak. Sahibesi, geçen ay Türkiye’de bulunmuş İrlandalı bir hatun.
Biraz aşağıda 27 kilometrelik bir plaj var. Dalgalar yüksek ve sert. Kıyıya yakın yüzen bir kaç kişi var. Zaten biraz açılsan köpekbalıklarına yem olursun. Resepsiyoncu çok kıyıya yaklaşmıyorlar diyor. Bir de plajda balık tutanlar var ama bir şey tuttuklarını görmedim, öylece bekliyorlar. Havada yamaç paraşütçüleri kartallarla turluyorlar. Hemen yukarısı Milli Park ama gitmek için araç lazım.
Her yerde mangal
Akşama kaldığımız yerde mangal partisi var. On beş liraya sınırsız et. Bu arada hostelin mutfağı da var, isteyen yemeğini pişirebiliyor. Et demişken, burada et bayağı ucuz. Kilosu 8, evet yazıyla sekiz lira civarında. Arzu mangala yazılıyor, beni biraz güneş çarptı galiba, odaya çıkıp yatıyorum. Birazdan aşağı iner, etleri yemişler mi bakarım. Et konusuna bir de “Biltong” denilen nesneyi eklemek istiyorum. Bu parmak sucuk, tütsülenmiş ve kurutulmuş et mamulleri küçük paketler halinde her yerde bulunuyor. Alıyorsun, kemiriyorsun. Gördüğüm kadarı ile çoğunlukla sığır ve deve kuşu eti kullanılıyor.
Burada dikkatimi çeken bir şey de insanların çoğu yerde çıplak ayak dolaşmaları. Sadece plajda değil, şehirde de gördüm. Ben evde bile terliksiz dolaşamazken, gece ayazında asfaltta çıplak ayak dolaşanları görmek bana ürperti veriyor. Ayakkabı alacak parası mı yok demeyin. Dün kasabada, adam gayet lüks bir cipten çıplak ayak indi, süpermarkete girdi.
Gece dalgaların sesi bayağı kuvvetli, hava rüzgarlı, serin, bahçede yakılan ateş bile yeterli olmuyor, ben soğuktan çorap ve terlik giymiş iken, bahçede çıplak ayak dolaşan garson üşüme hissimi bir kat daha artırıyor, odaya çıkıyorum.