Üç gün önce, yine sabah erkenden yollara düştük. Bizden başka üç kız var, onlar da aynı yöne gidiyor. Şehrin zenginlerinin ve doğal olarak beyazların oturduğu mahallesinde bulunan bir backpackers’dan iki yolcu daha aldık. İyi ki burada kalmamışız, buradan şehre inmek bir sorun, plaja gitmek için ise bir minibüs organize ediyorlar. Şehir dışında bir backpackers’dan ise Matt’i aldık ve yola çıktık.
Öğlen vakti St. Lucia’ya vardık. Yolda inen iki kişi hariç üç kızlar, Matt ve biz Bib Backpackers’da kalacağız, sanırım başka opsiyon da yok. Hosteli dışarıdan görünce, herkes bir “acaba” dedi. Minibüsten inerken, buraya Durban’ı atladığı için bizden önce gelen Consuela’yı gördük. Velhasıl biz inip o binerken “süper bir yer” dedi, rahatladık. Kapıdan girince de epey haklı olduğunu anladık. Burası bahçe etrafında ufak kulübelerden oluşuyor, altyapı yönünden biraz zayıf olmasına rağmen, fiyat/hizmet açısından en hoşumuza giden yer oldu.
Ormanda gezinti
Yerleşir yerleşmez rehber Daryn bizi karşıladı, safari ciple çevreyi gezdireceğini söyledi. Asıl amacı bazı ekstra turları satmak olsa da, bedava çevreyi gezdik. Hippo ve timsahları, plajı gördük. St. Lucia’da tüm Güney Afrika’daki timsahların yüzde altmışı mı ne varmış. Rehber Daryn, bu göl bölgesinde yüzmememiz için bizi uyardı, zaten uyarmasa da kimse yanaşmazdı. İleri de kumsalın öbür yanında, denizde yüzülüyor, o da köpekbalıklarına dikkat etmek şartıyla, yani fazla açılmadan. Gezi sonunda herkes ertesi gün için tekne turuna ikna oldu, fiyatı ucuz sayılır, 130 rand. Hippoları ve timsahları daha yakından göreceğiz.
Buranın bir diğer güzelliği, akşama bedava güveç vardı ve son günlerde yediğimiz en lezzetli yemeklerden biri idi. İnternet de diğer yerlere göre daha ucuz, ilk günden sevdik Bib’s backpackers’ı.
İkinci güne Daryn ile sabah yürüyüşü yaparak başladık. Bu da bedava hizmetlerden birisi. İnsanlara yardım etmek istiyorlarmış, canımıza minnet. Biz uzun pantolonlar, kapalı ayakkabılar falan hazırlandık, rehber Daryn çıplak ayakla araziye daldı, bizde peşinden. Adam tüm gün çıplak ayakla dolaşıyor. Burada doğmuş, büyümüş ve beyaz olmasına rağmen Zulu yaşamını benimsemiş.
Vahşi hayvanların bulunduğu elektrik verilmiş tellerle çevrili bölgeye yayan olarak girdik. Daryn, eğer bir vahşi hayvan leopar, hippo, çita falan görürsek asla kaçmamamızı söyledi. “Buradaki hiç bir canlı varlıktan daha hızlı koşamazsınız, sadece bir arkadaşınızı geçersiniz” dedi. Tek yapmamız gereken çömelmek veya komuta göre otlara yatmak. Daryn o sırada hayvanın dikkatini başka yöne çekeceğini söyledi. Zaten bu hayvanlar utangaç oluyormuş, insan görünce uzaklaşıyorlarmış. Bir de toplu yürümemiz ve vahşi hayvan görürsek hemen fotoğraf çekmememiz gerektiğini belirtti.
Sonrasında, kendimizi vahşi doğanın kollarına bıraktık. Yaklaşık iki saat yürüme sonunda pek bir hayvan göremedik, uzaktan rebooklar hariç. Benim bu zamana kadar bir ayakkabı markası zannettiğim rebook meğer bir antilop cinsi imiş. Bir kaç değişik antilop daha gördük.
Daryn bayağı ilginç şeyler anlattı. Zulu’lar için kutsal incir ağacı, köklerini nefes almak için dışarı veren yaprakları tuzlu mangrove ağacı, hippoların sindirim sisteminin iyi çalışmaması, bu nedenle çok ot yemeye ihtiyaç duymaları, bu olay dışkılarındaki yeşil otların varlığıyla net görülüyor gibi şeyler. Günün sonundaki izlenim; zebraları bile göremesek, güzel bir yürüyüş oldu.
Gezi sonrası, bedava plaja götürüp, üç saat sonra alma olayına kimse yanaşmadı, hostele döndük. Adamlarda hizmette sınır yok. Buraya gelene kadar bu ülkede her harekete ekstra para istenilmesine alıştığımız için hala “acaba?” diyoruz ama adamlar dün gece barı bırakıp gittiler, içen parasını dolaba koysun dediler. Diğer yerler gibi kamera falan da yok.
Burada genç bir eleman çalışıyor, babası Türk’müş. Baba memlekete dönmüş. Bu elemanda sonradan gitmiş, üç ay Türkiye’de kalmış ama alışamamış, Afrika’ya geri dönmüş.
Kredi kartı problemi
Öğleden sonra Matt ile çarşıya gidip balık falan aldık, akşama mangalı yakacaklar, herkes istediğini pişirecek. Burası gerçekten süper bir yer. Alışverişten sonra bahçede ben yazı yazdım, Arzu da minik havuza girdi.
Çarşıdan ufak tefek bir şeyler aldık, kredi kartı çalışmadı. İnternet’ten Garanti Bankasına girip baktım, bir anormallik yok. Şifre almak cep telefonuna kendi sim kartımı takmıştım, öyle kalmıştı. Bir saat sonra bankadan aradılar, kart kopyalandı diye kapatmışlar. Sordukları şeyler benim harcamalarım, açacaklarını söylediler. Problem sanırım, burada, bazı yerlerde şifre olayının çalışmamasından kaynaklanıyor. Bir kaç kere ödemeleri eski usul imza ile yapmıştık. Umarım problem düzelir. Telefonu almadım, sim kartını ise yanıma almaya son anda karar vermiştim. Bu her şeyin cep telefonuna bağlanması olayına hasta oluyorum ama yapacak bir şey yok. İyi ki Arda’nın son anda verdiği telefonu almışım.
Para olayını daha çok ATM’lerden hallediyoruz, şu ana kadar bir sorun olmadı. Yalnız para çekilen yerlere dikkat etmek lazım. Geçen, biz de oradayken, bir mola yerinde, yani Shell’in Ultra City’si gibi modern bir tesiste iki Hollandalı para çekerken birileri gelmişler. Hollandalılar şifreyi girdikten sonra bütün paralarını çekmişler, gitmişler, güpegündüz. Olay Consuela’nın yanında olmuş.
Tekne turu
Saat 16’da tekne turuna gittik, bizden başka bir üçüncü yaş Alman grubu daha var. Ama bize biralar serbest. Daryn’dan bir ekstra hizmet daha, iyi ki St. Lucia, Bib’s Backpackers’a gelmişiz. “Coast to coast” rehberine, Baz Bus Stop olmasına rağmen, bu yeri koymamışlar, herhalde bu kadar “free servis” işlerine gelmemiş. Tekneden hippoları, kuşları falan görüyoruz. Özellikle su kartalı muhteşem idi. Tekne ile dibine kadar sokulduk, hiç kıpırdamadan fotoğraf için poz verdi. Biz de devlet buna turistler fotoğraf çeksin diye para mı veriyor diye sorduk. Siyah-beyaz yalıçapkını da güzeldi ama hem hareket eden tekne, hem de uzak ve karanlık yerde olması iyi fotoğraf almamı engelledi.
Akşama barbekü
Akşama mangalımızı yaptık, balıklar biraz tatsızdı ama Arzu’nun sosları onları lezzetli hale getirdi. Özellikle kalamarları müthiş yaptı. Salatalar da cabası, bu arada tüm zeytinyağımız bitti ama değdi. Zeytinyağı bu ülkede acayip pahalı. Geçenlerde, Chintsa’da, konuştuğumuz çift, “tüm salatalara zeytinyağı mı koyuyorsunuz?” diye hayretler içinde soruyorlardı. Bir de gece ölüm korkusu olmadan sokağa çıkma olayına akılları ermemişti. Yemeğe Matt’tan başka Jeffreys Bay ve Chintsa’da karşılaştığımız Fransız çiftte katıldı. Onlar araba kiralamış öyle dolaşıyorlar.
Bugün cuma, Baz Bus, bizi bıraktığı saatte, öğlene doğru geliyor. Buraya gelen tüm ekip Swaziland’a gidiyoruz. Ama orada Baz Bus ya bir gün sonra ya da dört gün. Geçen listeye yanlış bakmışım, Swaziland’da üç gece kalma planları suya düştü, bakalım ne yapacağız. Swaziland başka bir ülke, kapıda vize alacağız. Herkes çok methediyor, bakalım göreceğiz.