Sabahın erkenden kalktım, saat altıya doğru altı dolarlık oda fiyatına dahil olan kahvaltımı yaptım. Sonra restorandan bir eleman beni kamyonlara götürdü. Ben o ana kadar olayın nasıl olacağını anlamamıştım. Yavaş yavaş anlatayım da gelecekte gidenler yabancılık çekmesinler.
Hostelden bana dağa çıkmana yardımcı oluruz, şu kadar para denince, onların bir organizasyonu var sandım. Meğer, sadece, hemen yan tarafta kamyonların bulunduğu alanı gösteriyorlarmış.
Ortalıkta bir sürü kamyon, kasalarına tahtadan oturma sıraları yapmışlar. Yüksek platform gibi bir yere yanaşıyor, millette hemen hücum ediyor. Beni oraya götüren eleman bana şoför mahalline oturmanın epey pahalı olduğunu, ancak bir kaç kişilik bir grup isek mantıklı olacağını söyledi, zaten hepsi çok önceden kapılmıştı. Bir kamyonda dört tane yabancı vardı, tam binecekken doldu dediler, ben yeni gelen bir kamyona yönlendirdiler. Etrafta bir sürü kamyon hepsi yarım dolu bekleşiyoruz. Neden bir tanesini doldurup göndermiyorlar anlamadım. Neyse biraz beklemeden sonra gidiyoruz dendi. Sonunda altı buçuk’da yola çıktık. Bu arada oturma durumu, balık istifi şeklindeydi ve tek yabancı bendim.
Kamyon gürültüyle gecenenin karanlığında yola atıldı. GPS’den bakıyorum, altı kilometre sonra bir kontrol noktasında durduk. Myanmar’da sık rastlanan, dini yardım toplayan elemanlar geldiler, millet onlara epey bir para verdi. Sonuçta Myanmar dünyanın en fakir ülkelerinden birisi falan deniyor ama bu gördüklerim hiç öyle bir izlenim bırakmadı. Bu sırada kamyon şoförü ve muavini bazı kağıtları görevlilere götürdüler, getirdiler.
Sıra para toplamaya geldi, herkes 500 kyat verirken benden 1500 (3 lira) istediler, “neden ben daha fazla veriyorum” der gibi baktım, turist fiyatı denince ve çevremde oturanlar da başıyla onaylayınca mecburen verdim. Paralar toplandıktan sonra 20 dakika kamyonun tepesinde tavuk gibi bekledik. Bunun da nedenini çözemedim.
Bekleme bitince, kamyon virajlara bir daha saldırdı, lunaparkda eğlenen çocuklar modunda bir sağa bir sola savrularak park yerine vardık. Artık hava aydınlanmış, saat ise 7.30 olmuştu.
Altın Kaya’ya varış
Yolun devamı yaya olarak gidiliyor ve GPS verilerine göre iki kilometre virajlı dik bir yokuş. Sağa sola bulaşmadan, yavaş bir ritm ile tırmanmaya başladım. Sadece bir kez, bir kaç dakika, fotoğraf için durdum. Sonuçta 35 dakikada tepe düzlüğüne vardım. Güneş daha yakmaya başlamamıştı, o nedenle tırmanmak pek zor olmadı. Belki daha erken gelmeliydim ama o zamanda kamyon tepesi çok soğuk olacaktı. Tırmanmak istemeyenler için sedye ile yukarı çıkmak da mümkün, ama bunu yapan sadece Koreli, Japon turistler. Bir de tepeye kamyon yasak deniyor ama bazı kamyonlar çıktılar. Galiba özel organizasyonlara izin veriyorlar.
Kapıda beş dolar alındığı söyleniyordu, ortalık kalabalıktı, sağa sola muhatap olmadan geçtim girdim, kimse de bir şey demedi.
Ana kapıda ayakkabı ve çoraplar çıkartılıyor, yer taş, dolayısı ile soğuk, artık güneşin vurduğu yerlere basarak yürüdüm ama ayaklarım her şeye rağmen dondu. Bir de ayakkabıları ortalıkda bırakmamak için bir naylon torba getirmekte fayda var, en azından sırt çantasının içi batmaz. Bu Myanmar’da çoğu tapınakda geçerli olduğundan, hazırlıklıydım.
Altın Kaya, Budistler için bir hac yeri. Yer çekimine meydan okuyan bu kaya yüzyıllar boyunca ziyaretçilerin yapıştırdığı altın varaklarla kaplanmış, pırıl pırıl parlıyor. Kasım-Mart arası ziyaretçi akınına uğruyor, özellikle Aralık ayında çok yoğun oluyormuş. Budistler bu kayanın Buda’nın bir saç teliyle dengede durduğuna ve aşağı uçmadığına inanıyorlar. Altın kaya’nın olduğu bölüme kadınların geçmesi ve dokunması yasak. Bunu belirten bir yazı var ve görevliler durumu kontrol ediyorlar. Yani, Budist olmayan bir erkek oraya giriyor ama Budist olan bir kadın giremiyor. Diğer dinlerde olduğu gibi Budizm’de de kadın ikinci konumda.
Yukarıda 8.50’ye kadar kaldım. Sonra yokuşu indim, artık güneş terletmeye başlamıştı. Park yerinde hiç kamyon yoktu. Bir tane kutu kahvelerden içtim. O sırada bir kamyon geldi, bir rehber kız kendi grubu için kamyonu yana çektirdi. Ben de bineyim mi dedim, elbette dedi. Sonra kamyon üç metre yana geçti, platforma yanaştı, millet hücum etti, ve yine beklemeye başladık. O sırada gelen üç tane kamyon da aynı durumda idi… Rehber kıza neden bekliyoruz diye sordum. Olay aydınlandı; Efendim, bu kamyonlar özelmiş, yani her biri kendi hesabına çalışıyormuş. 46 tane yolcu hakları varmış. Kamyonlar yanaşınca Myanmar’lılar saldırıp birilerine doluşuyorlar, sonra her kamyonda beş-on kişi eksik kalınca da hep birlikte bekleşiyorlar. Bu salakça bekleme tam 1 saat, evet yazı ile bir saat, sürdü, sonunda üçü de aynı zamanda doldu ve peş peşe yola çıktık.
Para toplanması esnasında rehber kıza ne kadar dedim, 500 dedi. Sana 500 vereyim benimkini de gruba dahilmişim gibi öde dedim. Mırım kırın etti. Türkiye’de biri bana ülkemde rehberim falan dese her türlü kıyağı yaparım, meslek dayanışması diye bir şey var. Sonra bizim sırada bir kişi eksik oturduğundan üç turisti var ama dört kişi parası 2000 kyat ödedi, bana onu söylüyor. Benden ise yine dalga geçer gibi 1500 aldılar. Acayip sinirlendim, elemanın yüzüne karşı tüm küfürleri, tabi Türkçe olarak, söyledim. Elbette anladı ve yüzü, bu Tayland-Myanmar halkında sinirlenince oluşan o sinirli gülümsemeyle kaplandı.. Bütün bu durum 3 lira için oldu.
Köye iniş
Dönüşte yolu GPS ile ölçtüm 10 kilometre yazdı. On bir buçukta odadan eşyaları topladım (sivrisinek kovucuyu prizde unutmuşum). Sea Sar’da yemeğimi yedim. Bu sırada Win Express gömlekli on kadar eleman, restoranları dolaşıp yolcu toplamaya çalışıyorlar, böyle bir kaç şirket daha var. Ortalıkta direksiyonu solda yeni otobüsler gözüküyor.
Sea Sar’ın elemanı dün söz verdiği gibi 4000 kyata Bago biletini Win Express’den aldı. Otobüs saatine kadar pazarda dolaşıp fotoğraf çektim. Saat 13’de otobüse binerken Kalaw’da tanıştığım Avustralyalı Ryan ve Brigitte’yi gördüm. İyi ki orada onlara uymamışım, bir gün sonraya kalınca yürüyüş yapamamışlar. Beş dolar vermemek için de burada Altın Kaya yerine dağda başka bir yeri ziyaret etmişler. Ben “ödemedim” deyince haliyle şaşırdılar.
Otobüs yeni bir Hyundai, koltuklar rahat ve geniş. Ön tarafa 32’inç LCD TV asmışlar. Video klipte şarkı söyleyen kızlara bir erkek “peluş ayıcıklar” veriyor. Önümde siyah metal tişörtlü gençlerden iki çift var. Erkekler, o kırmızı yaprakları çiğneyip tükürüyorlar, dişleri vampir gibi, bu yaşta hepsini çürütmüşler, o kızlar da onlarla çıkıyor, ne diyeyim. Tavırları, hareketleri bizim Anadolu gençlerine ne kadar benziyor…
Yolda toprak bir yere sapıyoruz, kimlik kontrolu yapılıyor. Bazı insanlar inmiyor. Muavin biz üç yabancıya da inmeyin diyor, sadece pasaportlarımızı götürüp getiriyor. Yanımda oturan eleman inmek istemiyor, sonra zoraki iniyor. Döndüğünde insanlar gülerek onunla bir şeyler konuşuyorlar.
Üç saatte Bago’ya varıyoruz, Miguel’in tavsiye ettiği Emperor hostelin önünden geçiyoruz, pek gözüm tutmuyor. Otobüs de epey ilerde duruyor. Başım ağrıyor, o kadar yolu geri yürümek yada motor sırtında gitmek gözümde büyüyor. Zaten rahiplerin sabah yürüyüşünü Laos’da görmüştüm. Muavine fikir değiştirdim Yangon’a gideceğim diyorum.
İlk molada muavin durumdan yararlanıyor ve 2000 daha istiyor. Bin çat ucuza aldırdığım bilet, yine aynı hesaba geldi. Yorgunum artık tartışmak istemiyorum.
Yangon
Moladan sonra, otobandan, bir saatte, Yangon’a varıyoruz. Şehre girerken yine polis durduruyor. Yine bazı insanlar inmiyor. Hintliye benzeyen kadına polis “inme” diyor. Ben pasaportu çıkartırken yanımdaki genç “don’t show” diyor ben de çantaya geri koyuyorum. Bu sefer kendisi de inmiyor. Sonra, inenlerden biri onunla arkadaşça bir şeyler konuşuyor. Eleman herhalde “asker”… Ama bu kontroller daha önce buraları gezen arkadaşların söyledikleri gibi değil ve oldukça azalmış, ki ben ilk defa burada rastladım. Sivil hükumete geçiş olayının etkileri olsa gerek.
Okinawa hostelde sıcak su olmadığından Ryan ile Brigitte ile birlikte onların daha önce kaldıkları Yoma Hotele gitmeye karar veriyorum. Taksi paylaşalım diyoruz, o sırada Ryan gidip bir sürü boş taksi varken içinde yolcu olan biri ile pazarlık yapıyor ve biniyoruz. Taksi acayip yoksul mahallelerden geçip villa tipi ama eskimiş evlerin olduğu bir yere geliyor. Öndeki adam eski, büyük bir demir kapısı olan evde inip 3000 kyat veriyor. Taksici burası “Generallerin Mahallesi” diyor.
Bu arada bu geçtiğimiz yerleri GPS ile saptamaya çalışırken bir gariplik oluşuyor, otele varınca fark ediyorum her şey silinmiş. Myanmar’da çektiğim tüm fotoğrafların, treking rotasının tüm verileri. Daha sonra Türkiye’de araştırdım, bu tip hafızalar kurtarılamıyormuş. Hala o generaller bölgesinde bir sinyal falan gönderilip aletin silindiğinden kuşkulanıyorum. Paranoyanın sonu yok.
Yoma Hotel’de önce yer yok deniyor ama sonra odaları alıyoruz. Ben 15 dolarlık bir odada kalıyorum. Burası temiz, bir iki yıldız havasında bir otel. Sonra Avustralyalı yol arkadaşlarımla otelin karşısında bulunan Hint Lokantasında akşam yemeğini yiyoruz. Koyun etli pilav ve kola 2400 kyat tutuyor, yani 5 lira kadar, bence pahalı. Hemen bitişikte bir İnternet Kafe var. Bir saati 400 kyat, ucuz ama çok yavaş. Saydım 42 tane yepyeni PC var, ama bir sayfa beş dakikada açılıyor.