Sabah, kahvaltıdan sonra Rene ile Arjantinli Natalia’yı alıp üç İspanyol’un kaldığı hostele gittik. “Rehberimiz” de oradaydı. Tekneye adam başı 2000 kyat vereceğiz. Acentelerin, hostellerin söyledikleri tekne fiyatları normalde daha fazla ama sokakta birileri seni buluyor on bin çet’e tekne var diyor. (Mynamar parası Kyat yazılıyor Çet okunuyor, kısaltması ise Ks). Biz altı kişi olduğumuzdan on iki ödedik.
İki gün önce boydan boya geçtiğimiz İnle Gölüne bir daha döndük. Balıkçıların olduğu bölgede biraz dolandık. Suyun içinde yüzen tarlalardan, kanallardan geçtik. Bir yerde karaya çıktık, epey bir yürümeden sonra bir pazar alanına vardık.
Göl turu yapacaklara tavsiye, kolay giyilip çıkarılabilen ama ayakta sağlam duran bir ayakkabı giysinler. Yolun bazı kısımları bıçak sırtı gibi, kanala uçmamak an meselesi, bazı noktalardan hafif cambazlıklarla geçtik. Tapınak falan ziyaretlerinde de ikide bir ayakkabı çıkarıldığından çok bağcıklı ayakkabılar da iyi değil.
Bu pazar anladığımız kadarıyla her gün değişik bir köyde kuruluyor, turist gezdiren tekneciler de ziyaretleri buna göre ayarlıyorlar. Bu nedenle pazarlarda bol miktarda turistik eşya da bulunuyor. İki gün önce, yürüyüşün sonunda, göl kenarına vardığımız köyde de tesadüfen pazar vardı ve etrafta sürü turist dolaşıyordu.
Pazar öğlen bitiyor. Bu nedenle rehberimiz “yemeği şimdi yiyelim, daha sonra bulamayız” dedi. Daha kahvaltı yapalı çok olmamıştı ve epey yemiştim, aç değildim. Bir de üstüne yemekleri görünce bir şey yemedim. Ama bizimkiler, palmiye yaprağına sarılmış o bulamaçları götürdüler. Bir de et mi, tavuk mu diye tartıştılar. Özellikle normalde saat iki’de öğlen yemeği yiyen İspanyolların, bu saatte yemek yemesi beni şaşırttı. Belki de kaldıkları yerde kahvaltı pek iyi değildi. Bir dolar az ödemek için kıytırık bir hostelde kalmanın sonucu diyeyim.
Yemekten sonra tekneye döndük, gölde kazıklar üstüne yapılmış evlerden oluşan köyleri dolaştık ve sonunda yine kazıklar üstünde bir eve yanaştık. Turun satış kısmına gelmiştik. İpek, paşmina, pamuklu kumaşlar falan. Dokuma tezgahları, boya atölyesi vs. Fiyatlar biraz uçuk idi. Sadece Rene bir paşmina aldı. Devamında bir puro imalathanesini ziyaret ettik. Tütün yapraklarını aromalı bir bulamaçla sarıyorlar. Hoş kokulu sigaralar yapıyorlardı. Burada çalışan kızlara günlük 1200 kyat (2 buçuk lira) ödüyorlarmış. Aylık, taş çatlasa 60-70 lira. Artık ucuz bir yer imajı vermek için mi böyle söylediler, yoksa gerçekte daha az da söylemeye dilleri mi varmadı bilmiyorum. Turizmde çalıştığım için, bu çeşit bilgilerin bazen bazı amaçlar doğrultusunda verildiğini çok iyi biliyorum. Buradan da İspanyollar bir kaç paket sigara aldılar.
Alış veriş olayını bitirip tekrar turizme döndük, önce bir Pagoda ziyareti yaptık. Tam ortada yaldızlı Buda’ların olduğu bölüme kadınların girmesi yasak, iki metre geride durmaları gerekiyor.
Son durağımız “zıplayan kediler manastırı” oldu. Bu manastırda rahipler kedileri bir şekilde alıştırmışlar, zıplatıp, çember içinden geçiriyorlar. Biz gittiğimizde rehber zıplamaya yarım saat var dedi. İspanyol çift, biraz da fotoğraf makinelerini düşürüp çalışamaz hale getirdiklerinden “zıplamayı boş verelim, güneşin batışına gidelim” dedi. Ben ise, “her yerde güneş batıyor, üstelik bu gölün ortasında bir şeye benzemez, bu zıplama daha ilginç” diye itiraz ettim. Rehber ortada kaldı derken, çan çaldı. Bunun anlamı zıplama olacak. Hemen toplandık, zıplama olayını görüp tekneye döndük. Bu arada elemanların makinesini tamir ettim. Düşmeden dolayı objektif sıkışmış, manuel’e alıp tekrar AF yapınca düzeldi.
Gölün ortasında güneş batışı tam bir fiyasko oldu. Daha sonra bize rehberlik yapan elemana söyledim, ilerdeki balıkçıkların oraya gitseydik, süper fotoğraflar çıkardı. Ama yemekti, kumaştı sallanırken az daha güneş batışını ya da “kedileri” kaçıracaktık. Aslında, bir tapınak ziyareti daha vardı, diğerlerine çaktırmadan rehbere onu yaptırtmadım. Sonuçta tekne ve tura toplam on beş lira ödeniyor. İlla birileri ile paylaşmak gerekmiyor ama yaptık bir kere.
Akşam başka bir sokak lokantasına gittik, zaten bir kaç tane var. Burada kocaman taslarda sunulan içi sebzeli “çorba” ana yemek. Tanesi bir lira. Köşede ızgara balığı görünce, tüm günü gölde geçirmenin hatırına balık yemeye karar verdim. Benden güç alan Rene’de balık dedi. Tanesi 1200 kyat. İspanyol kız yine bana manalı manalı baktı. Sanırsın ki sular seller gibi para harcıyorum, kocaman balık iki buçuk lira.
Bir de herkesin yediği çorbanın tadına bakmak istedim, yarım saat uğraştıktan sonra kızlara “yarım çorba” istediğimi anlatabildiğimi sandım. Çorba tam dolu geldi. Nihayetinde balıkları mangalda pişiren eleman anladı, bir daha kızlara anlattı. Sonunda yarım çorba geldi ama bu sefer de “acısız” diye o kadar söylememe rağmen acılı geldi. Ben de acılı macılı demedim yiyebildiğim kadarını yedim. Balık ise göl balığı, pek lezzetli olmasa da idare ederdi.
Sonrasında bir çay evine gittik. Avusturyalılar da geldiler. Yarın herkes başka bir tarafa gidiyor. Adresler alındı, verildi. Bu çay evinin kekleri süperdi. Tam bizim damak tadımızda. Kocaman kek ve çay bir lira. Çin çayı ise bedava. Hostele döndüm, çamaşırlarım yıkanmış, onları aldım. Yatmaya gittim.