Sabah kalkıp, oldukça sıcak akan suyla duşumu aldıktan sonra kahvaltıya çıktığımda saat yediye çeyrek vardı. Alelacele kahvaltımı yaparken taksinin geldiğini söylediler. Aşağıda bekleyen, yol arkadaşlarıma “beş dakka” daha dedim. “No problem” dediler.
Mingalar Inn personeli ile vedalaştım. Üç gün için 21 000 kyat ödedim. İki kişi daha çıktığından taksi ücreti üçe bölündü 5 000 kyat da taksi için bıraktım.
Artık sıcak bölgelere gittiğimden, kapüşonlu svitşörtümü resepsiyoncu kıza verdim. Osmanbey’den on beş liraya alınmış, bana Hindistan ve Afrika’da da eşlik etmiş, bir çok sabah ve akşam ayazında beni ısıtmış, bazen yastık, bazen yorgan vazifesi görmüş, gerçek bir can yoldaşı idi, özleyeceğim.
Neyse bu hüzünlü vedadan sonra taksiye bindim. Taksiyi paylaşan gezginlerin biri Koreli, öbürü Malezyalı idi. Koreli Türkiye’yi gezmiş, epey bir muhabbet ettik. Malezyalı da en kısa zamanda gelmek istiyormuş.
Ovaya sis çokmüştü, nefis fotoğrafik manzaralar vardı, çekemedim ama bir daha buralara gelirsem diye aklımın bir köşesine yazdım.
Hava alanında on dolar gün değiştirme ücretini öderken, istersem bir önceki uçakla da uçabileceğimi söylediler, tamam dedim. Sırt çantamı hamallara teslim ettim. Biniş kartını inmigration’a kayıt ettirdim ve salona geçtim.
Uçağı beklerken, İsrailli bir hatunla muhabbet ettim, şartların zorluğundan pes etmiş, Vietnam’ı eleyip doğrudan Tayland adalarına gitmeye karar vermiş. Bu sırada yine bir eleman elinde tabela ile uçağa çağırdı. Kalkış saatini 9.30 demişlerdi ama 9.00’da çağırdılar, 9.10’da da uçak havalandı. Bu pervaneli uçaklarda denge için hostesler yolcuları sağa sola dağıtarak oturtuyorlar. Zaten yer numarası da vermemişlerdi. Yolculuk sırasında yine ufak bir sandviç, kek verdiler. Saat 10.10’da Yangon’a vardık.
Yangon hava alanında taksiciler Aun Mingalar Otobüs istasyonu için 5000 kyat (10 lira) istediler. Lonely Planet çok yakın dediği için “Oha” dedim, bir an yürümeyi düşündüm. Ama dışarıda bir taksici 3000 kyata kadar düşünce kabul ettim, iyiki de etmişim. GPS’den yolu ölçtüm, on kilometre tuttu.
Buraya gelirken ilk planım İspanyol Miguel’in tavsiyeleri ile Bago’da kalmak, ertesi gün rahiplerin sabah yürüyüşünü izlemek ve zaman kalırsa Altın Kaya’ya gitmek idi. Miguel, rahiplerden o kadar etkilenmişti ki, o ulvi etkilenmeyi bozmamak için çok turistik diye Altın Kaya’ya gitmemişti. Ama ben Yangon’a böyle erkenden varınca fikir değiştirdim. En uzak yerden başlamak için Win Express’den kısa bir pazarlık sonrası 6000 kyata Kyakito-Kin Pun Kamp’a bilet aldım.
Otobüs bayağı iyi sayılır. Geçen sene bu yolu yapan arkadaşlarım, bayağı sıkıntı çektiklerini, kamyonetlerle zar zor gittiklerini söylemişlerdi. Demek ki onları birileri yanlış yönlendirmiş. Koltuklar rahat, tıkış tıkış yolcu almadılar. Fazla müzik çalmadılar, Batı müziklerinden adapte bir kaç video koydular o kadar. Yolda yanıma bir kamyon şoförü düştü. Ehliyetini gösterdi, aynı bizdeki gibi E sınıfı idi. Az biraz İngilizcesi ile epey sohbet ettik. Bu arada o kırmızı yaprakları çiğnedi. Asıl bilet fiyatının 3500 olduğunu, otobüsün direkt gitmediğini, yolda beni başka bir araca aktaracaklarını söyledi. O zaman, otogarda, neden beni hemen kalkan otobüse bir süre tereddüt ettikten sonra bindirdiklerini anladım.
İlk olarak herkese naylon poşet dağıttılar. Yanda oturan küçük kız, bizdeki eski Maraton otobüsler gibi sallanan araç hareket eder etmez poşeti doldurdu.
11.20’de Otogardan çıktık, 12.50’de Bago’dan geçtik. 14.00’de mola verdik. Mola sonuna doğru, kamyon şoförü muavini çağırdı, benim öbür otobüse geçişime yardım etti. Bagajı açtıklarında o çiğnedikleri yaprakların olduğu balyalar sızma yapmış, leş gibi bir koku ortalığa yayıldı. “Eyvah” dedim, “gitti sırt çantası”. Ama neyse ki mucizevi bir şekilde o sıvı benim sırt çantasına kadar bulaşmamıştı.
Yol arkadaşım, ayrıca ödeme yapmayacağımı söyledi, bir yanlışlık olmasın diye otobüs kalkmadan önce son kez kontrol etti “are you ok?” diye sordu, bana iyi yolculuklar diledi. Bu tür otobüs yolculuklarına, molada değişimlere falan bizim Türkiye’den alışık olduğumuzu nereden bilsin, ben de biraz saf bir surat takınıp ona bol bol teşekkür ettim… mutlu olmasını sağladım. Tabi bu arada, daha önce duyduğum hikayelerden bu adam beni anlamaya çalışan bir devlet görevlisi mi? diye düşünmedim değil. Eh yani, biz de az paranoyak bir toplumdan gelmiyoruz.
Yolda bol verimli bir ovadan geçtik, uçsuz bucaksız çeltik tarlalarını izledik. Uzun demir bir köprüden geçip eyalet değiştirmememiz ile birlikte coğrafyada değişmeye başladı, ova bitti. Tepeler, yeşillikler başladı. Sonra yine ovalar, yine tepeler derken 15.30’da Kin Pun Kamp’a vardık.
Myanmar’da trafik sağa alınmış ama hala çoğu otobüs eski İngiliz sistemi, kapılar solda. Bu nedenle yolcular yolun ortasına iniyorlar. Muavinler bu nedenle gerekli önlemi alıp, kazaları engellemeye çalışıyorlar. Daha önce de yazmıştım.
Myanmar dilinde ji; su, samıla; yemek demek. Bir galon mazot 3100-3300 kyat, yani litresi bir buçuk lira civarında..
Kin Pun’da otobüs beni Sea Sar restoran’ın önünde indirdi. Oradan bir eleman hemen benimle ilgilendi, arka tarafta bahçe içindeki hostel bölümüne geçtik. En ucuz oda 5 dolar. Sıcak sulu 6 dolar. Bungalov tarzı, 10 ve 20 dolarlık odalar da var. Resepsiyonda, geçen yıl burada kalan arkadaşlarla ilgilenen Mr. Hoo’nun ismini verdim, kimse tanımadı. Telefon numarası da değişmiş. Acaba dedim başka bir yere mi geldim. Vietnam’da böyle meşhur yerlerin bir kaç tane klonu oluyordu, ama sonunda aynı yer olduğunu anladım. Restoran kısmında bir şeyler yedim. Klasik, noodle; 2000, bira; 1500 ve su; 300 kyat yani çet..
Gece yapacak bir şey yok, biraz ortalıkta dolandım. Burası tipik bir haç yeri. Dini objeler satan bir sürü yer var. Bir de tahtadan çocuk oyuncakları. Yol ne kadar Mozambik’i hatırlattı ise de kasaba daha çok Hindistan’a benziyor. Pek öyle söylendiği gibi turistik değil. Ortalıkta benden başka bir kaç turist daha görünüyor. Bu nedenle, bir yandan da biraz Erdek gibi, restoranlar, kafeler aynı stil, yerli halk için. Hava ılık ama bir ay sonra dayanılmaz olur. Kuzeyin o tatlı serinliği yok. Buraya, Aralık ayında gelmemek lazımmış, yerli hacı adayları çoğaldığından hem fiyatlar tavan yapıyor hem de kalacak yer bulmak zor oluyormuş. En iyi ay ise Ocak imiş. Mesela bugün otobüste benden başka yabancı yoktu.
Otobüslerinin daha kaliteli olduğunu gördüğüm Win Express’e ertesi gün için Bago’ya bilet sordum. 5000 kyat dediler. Neden bu kadar fazla diye sorduğumda “turist fiyatı” dediler. Yandaki şirkete yöneldim, adam onlara bir şey dedi, onlar da aynı fiyatı verdi. Bileti almadım. Ben protesto edince yazıhanedeki kızlar utangaç utangaç gülümsediler. Erkekler suratsız, kızlar utangaç.
Buradaki erkekler o kırmızı şeyi çiğnemeye devam etsin, bir kaç seneye tüm bu kızlar Pattaya, Phuket’e çalışmaya giderler, hem de gönüllü olarak. Geçen bir Fransız kızın dediği gibi “bunlarla yaşayacağıma, fahişeliği tercih ederim”. Neyse o kızgınlıkla restorana döndüm, benimle ilgilenen elemana “yarın ki bilet” dedim, “ama 5000 vermem”. “Tamam” dedi, “ama belki erken dönersin, merak etme, ayarlarım” diye söz verdi.
Odaya döndüm, nihayet günler sonra, paslı boru tadındaki suyla sıcak-soğuk dengesini yakalamaya çalışarak, duş aldım.