Sabahın karanlığında patlayan bir çığlıkla herkes yattığı yerde bir zıpladı. Sonrasında, şarkılardan sabah ayinin başladığını anladım. Dün bunu rehberimiz Rambu söylemişti ama unutmuşum gitmiş. Ayin epey bir zaman sürdü, sonuna doğru kalkıp fotoğraf çekeyim dedim ama karanlıktan bir şey gözükmüyordu. Benim gibi, bir kaç kişi daha ortalıkta dolanıyordu. Ayini ufacık çocuklar yapıyordu. Dün gece tahtanın üzerinde, vücutlarına sardıkları turuncu kumaş, üstlerinde ince bir örtü ile yattılar. Biz ise iki battaniye, polarlar ile soğuktan doğru dürüst uyuyamadık.
Ayinin sonuna doğru güneş hafiften yüzünü gösterdi. Dışarı çıktık. Soğuktan kimse el yüz bile yıkamaya cesaret edemezken, Hollandalı eleman tişörtünü çıkarıp, yarım duş almaya başladı. Küçük çocukların bakçede çıplak ayakla, aceleci adımları ise üşüme katsayımı bir derece daha artırdı.
Kahvaltımız yaptık, hazırlandık, tam gideceğiz, Rambu geldi: “Baş Rahip’e veda etmemiz lazım” dedi. Bunun anlamı ayakkabıları çıkarıp, tekrar o soğuk yerlere basmak. Ben arkadaşları temsilci olarak gönderiyorum dediysem de, Rambu ısrar etti. Tekrar manastıra girdik.
Baş Rahip’in etrafında halka şeklinde oturduk. Ben pencereden güneşin vurduğu bir alanı seçmeme rağmen soğuktan titremeye devam ettim. Adam bize uzun uzun Budizm’i anlattı. Rambu ise yarım yamalak çevirmeye çalıştı, hiç bir şey anlamadık. Bileklerimize bir kordon taktı, bizi kutsadı. Sonunda para mevzuuna geldik. Üç beş kuruş bağış yaptık ama tören bitmek bilmedi. Ben de bu sırada kaçak güreşen arkadaşların hepsini çağırdım, bileklerine kordonu taktırdım. Madem manastırda çile çekiyoruz, hep birlikte paylaşmamız lazım değil mi?
Yola çıktık; Rene, dünkü düşmeden dolayı seke yürüyor, ama ilk molaya kadar devam edebildi. Bir motosiklet ayarlandı, bindi gitti. Ufacık bir motor ve sürücüsü, arkada kocaman bir adam, bayağı komik bir görüntü idi 🙂 Ben ise çivi çiviyi söker diye, iyice yükselen ateşe rağmen yürüdüm gittim, Her zaman en önde giden İspanyollar bile epey geride kaldılar, uzaktan aşçıyı takip ediyorum.
Yolda bir köyde, bir okul açılışına denk geldik. Bayağı ilginç görüntüler vardı, bol bol fotoğraf çektik. Pirinç yufkaları taşıyanlara rast geldik. Bu Eti Form Pirinç patlağı var ya, onun doğal hali işte. Rambu, bolca satın alıp, bize ikram yaptı. Bende taşıdıkları dalga ile fotoğraf çektirdim. Çok ağır değil, içinde yufka var.
İnle gölü
Böylece dağları aşıp, gölü gördük. İspanyolları bekledim, birlikte yolu takip edip bir köye vardık. Köyde pazar kurulmuştu. Pazarda kocaman zarlar ile garip bir kumar oynanıyordu. Bizi görünce ilk sözleri “Fotoğraf yok” oldu. Pazarı geçip nehir kıyısına yanaşınca Rene’yi gördük. Meğer restorana varmışız. Yarım saat sonra da grubun geri kalanı, Rehberimiz Rambu eşliğinde arzı endam etti.
Yemekten sonra uzun teknelere doluştuk, bu sırada bizden bölgeye giriş parası 5 dolar istendi. İspanyollar; tur fiyatına dahildi falan diyerek ortamı karıştırdılar. Biletçi kız da anlamadı. Genelde buraya Nyaung Shwe’den bu parayı ödemiş olarak geliyorlar. Rambu’nun da kafası karıştı. Otellerde alırlar dedi. Hatta İspanyolar sırf bu yüzden rezerve edilen yerde kalmadılar, ben kalmama rağmen kimse para falan istemedi.
Bu “bölge giriş” paraları askeri hükumete gidiyor diye, gezginlerde genel bir gıcıklık sebebi. Sanki başka ülkelerde verdikleri müze paralarının nerelere gittiğini sorguluyorlarmış gibi. Bu artistliklere de kıl kapıyorum. Bunları fişekleyen ise Lonely Planet.
Nyaung Shwe
Botlarla bir buçuk süren bir seyahatten sonra Nyaung Shwe kasabasına vardık. Rambu bizi sırt çantalarımızın bulunduğu Mingalar Inn’e götürdü. Burada kalacak yer problemi çıktı. O ilk günkü karışıklıktan sadece iki oda boş bırakmışlar. Önce herkes aynı yerde kalmak istedi, sonra fiyat problemi çıktı falan derken Rambu “sen buraya rezerve yaptın” diye kalmam için bana baskı yapmaya çalıştı. Ben de “siz bir rezervasyonu ayarlayamadınız, şuç sizde” diyerek üste çıkmaya çalıştım. O karışıklıkta Rambu ortadan kayboldu, bir veda bile edemedik.
Bavulları aldık dışarı çıktık. Mingalar Inn iki odayı da satamadı… derken, bir baktık herkes başka yerlere dağılmış. Rene’ye iki oda var, gel boşuna aramayalım, biz burda kalalım dedim. Odanın biri büyük yataktı. Yazı-tura attık, ben kazandım. Böylece geceliği 8 dolara kahvaltı dahil, Mingalar Inn’de kaldım. İyiki de kalmışım, sadece kahvaltısı başka ülkelerde o para ederdi. Sonra diğerleri ile karşılaştırma yaptık, iyi seçim yapmışız.
Akşama bizim bitişikteki çay evinde buluştuk. Sütlü çay 200 kyat yani 40 Kuruş. Bu tür yerlerin pastaları, poğaçaları bizim damak zevkimize uygun ve çok lezzetli, gideceklere tavsiye ederim. Sonra ana caddeye çıktık, bir sokak lokantasında bir şeyler yedik. Tofu kızartma; 500 kyat, çapati; 500, ucuz Çin birası 800 (bir daha içmem). Bizim paramızla, üç buçuk liraya karnımı doyurdum. İspanyol çift günlük harcama sınırını aşmış, bir şey yemediler, aça aç yanımızda oturdular.