Sabah 9 gibi otobüs Foz de Iguaçu terminaline gelince, Arjantin tarafına geçme, fikrimi değiştirdim. İlk olarak bir Brezilya tarafını göreyim dedim. Otobüs terminalinden önce TTU denilen şehir içi terminale geçmek gerekiyor. Bilgi olsun, Paraguay’a bu terminalden direkt otobüs var. TTU terminalinde iki seçenek var, ya hemen terminalin dışından Arjantin’e geçilebilir ya da benim yaptığım gibi 120 numara ile şelalenin Brezilya tarafı ziyaret edilebilir.
Foz de Iguaçu
120 numara ile şelaleye gelince tarihi bir hata yaptığımı anladım. Bugün pazar yani tatil günü, dolayısıyla gişe önündeki kuyruğun ucu bucağı yok.
Artık gelmiş bulundum, görmeden gitmeyeyim dedim ve önce sırt çantasına bir yer aramaya başladım. Adamlar bunu düşünmüşler, ilk olarak marketten sekiz liraya bir jeton alınıyor. Dışarıda emanet dolapları var, bunlardan birine eşyalar koyuluyor. Sonra, jeton atılıp, kasa üzerinde bulunan anahtar ile kilitleniyor. Son olarak anahtar çıkartılıp cebe atılıyor.
Sonra kuyruğa girdim, neyse gişe sayısı bol, yarım saatte sıra geldi. Ama kuyruklar bitmedi, bunu bileti okutup içeri girme ve otobüs kuyruğu izledi. Sonuç olarak tüm bu olaylar bir saatte hal oldu. Aslında zaman değil de yavaş yavaş kapanan bulutlar beni endişelendirdi ama sonunda tam da kapanmadı.
Giriş ücreti 40 lira kadar, buna otobüs ile şelalenin yakınına götürüp getirme de dahil.
Son durağa varınca, tüm ziyaretçiler dar bir yoldan şelalelere doğru inmeye başladık. İlk görüntü hayal kırıklığı oldu “yahu meşhurlar meşhuru İguazu bu mu!..” dedim. Angola sınırında gördüğüm Ruanaca buna beş basar. Sonra, yolu izleyince olay değişti, o ilk görülen olayın sadece bir kısmı imiş. Biraz daha ilerleyip “şeytanın boğazını” görünce, artık diyecek bir şey kalmadı.
Arjantin’e geçme
Sonra girişe geri döndüm, yine 120 numara ile terminale gittim. Orada, Arjantin otobüsüne binip sınıra doğru yolladım. Aslında 120 numaranın şoförüne söylense, Arjantin sapağı hemen milli parkı çıkınca, orada inip yolun karşısından her 20 dakikada bir geçen Arjantin otobüsüne binilebilir. Böylece terminale kadar o yol iki kere yapılmaz.
Sınıra gelince Brezilya’dan çıkış almak için indik, şoför bir fiş verdi, yirmi dakika sonra gelen arabaya binersiniz diyerek beklemeden gitti. Aslında çıkış iki dakika sürüyor, beklese olurdu. Bu nedenle koca sırt çantasını yanıma aldım. Çıkış damgalarını alıp yeni otobüsü beklerken İsviçreli bir eleman “Türküm dediğini duydum diyerek” lafa girdi. Muhabbete başladık.
İkinci otobüs geldi, o da bizi iki kilometre ötedeki Arjantin girişinde, yine eşyalarla indirdi. Arjantin girişini aldık, bagajları X-raydan geçirdik, bu sefer bekleyen otobüse binip terminale kadar devam ettik.
Şimdi ben böyle anlatıyorum ama iki sene sonra Arjantin’de bir Türkle tanıştım. O da bu otobüsle Arjantin’e geçerken iki kişi çekmiş silahları herkesi soymuş, gitmiş. Olayı duyunca şanslıymışım dedim ama bu olay da her zaman olmuyordur..
Saat ayarı
Sınırı geçince saatleri bir saat geri aldık. Aslında saatlerin daha Brezilya tarafında ayarlanması lazımdı ama havaalanından geçerken baktım, Sao Paulo saatine ayarlı idi. Brezilya içinde dört farklı saat dilimi var. Üstüne bir de Breziya’da yaz saati uygulanıp, Arjantin’in ise uygulamamasından dolayı olay tam bir çorbaya dönüyor. Bir de yazları bize göre ters, Türkiye de işin içine girince daha çok karışıyor.
Bu arada bu sınırları sorgusuz sualsiz zırt diye geçiyoruz, Schengen ülkelerine kapak olsun.
Yolda İsviçreli eleman Marcopolo hostelde kaldığını, terminalin karşısında olduğunu söyledi. Bu Paraguay’a geçiş için avantajlı olacağı için, beş sene önce Arzu’nun kaldığı Hostel Inn’e gitmekten vazgeçip orada kalmaya karar verdim. Zaten oraya gitmek nasıl olacak bilmiyordum.
Hostel Inn
Marcopolo’ya gelince yer olmadığını ama orada bekleyen üç kişi ile Hostel Inn’e gönderebileceklerini söylediler. Kaderden kaçınılmazmış, yetmiş pesos alacaklarını söylediler. Hemen orada bulunan free İnternet’ten fiyatı kontrol ettim. Hostelworld’den rezervasyon yaptırsam da aynı fiyat. Üstüne, bir de taksi ile şehrin on kilometre dışında bulunan yere götürüyorlar.
Hostel Inn’e varınca çek-ini yaptırdım, dormitorioma yani koğuşuma yerleştim, duşumu aldım, resepsiyondan verilen çarşafları yatağa geçirdim.
Bazı hostellerde sistem böyle, çarşafları falan resepsiyonda sana teslim edip, genelde giderken de bize bırak diyorlar. Bu hırsızlığa karşı bir önlem olduğu kadar “bak biz sana temiz ütülenmiş malzeme veriyoruz” demek anlamına da geliyor, hijyen hastaları için iyi olabilir. Kimisinde yatağın üstüne konulmuş oluyor. Çoğunlukla ise hazır seni bekliyor, ben bu son versiyonu, hazırlanmış olanı tercih ederim, ha birisi yattı ise de çok pis görünmüyorsa hiç umurumda olmaz. Sonuçta beğenmezsen değiştir dersin değiştirirler.
Bu işleri yaparken koğuş arkadaşı İsrailli kız ile biraz sohbet ettikten sonra ana binaya geçtim. Hamburgerimi yedim. Sonra da bu yazıyı yazdım.
İnternet salonda bedava. Havuza girmedim, soğuk İstanbul koşullarına alışmış ensem, ufacık kutusuna elli lira verdiğim güneş kremini büyük sırt çantasında bıraktığımdan dolayı pişmiş durumda, zaten havuz olayını oldum olası sevmem.
Evet saygıdeğer okurlar dün tüm gece otobüste haşat olmama, gün boyu şelalelerde pişmeye rağmen az biraz ince mesajlarla dolu bu günün hikayesini HTC Desire’nin daracık dokunmatik klavyesinde bitirmiş durumdayım.
Burası şu an acayip sıcak, hava durumu raporlarında yağacak denilen yağmur yağmadı. Bunu da belirteyim ki, benim gibi o hava durumlarına fazla güvenmeyin.