Sabah Tango Backpackers’a varınca Buenos Aires’te yaşayan arkadaşım Canan’ı aradım. “Bir saatte orada olurum “dedi. Canan gelince ilk olarak döviz bozdurma, hostele ödeme gibi standart işleri yaptık. Hava biraz yağmurlu. Tango Hostel, Buenos Aires’in Palermo denilen, Nişantaşı, Etiler tarzı biraz sosyete bölgesinde.
Sube kart
Sonra Sube kart almaya çalıştık ama başarılı olamadık. Bir yerde uzun bir kuyruk var, öbür yerde sistem çalışmıyor. Şimdi bu Sube Kart, bizim Akbil, Istanbul Kart gibi tüm taşıtlarda geçerli bir kart. İki sene önce çıkmış, ama Arjantin milleti “kardeşim ne gerek var böyle yeniliklere, gerçi pek bulunmuyor, hep sorun oluyor ama ne güzel otobüste bozuk para kullanıyoruz, metroda da tek tek bilet alıyoruz” diye olaya sıcak bakmamışlar. Belediye de bakmış halk bu tür yeniliklere uzak, tek bileti kazık, kartı zorunlu yapmış. Şimdi, son hafta kala herkes tutuşmuş harıl harıl kuyruklarda bunu almaya çalışıyor. Televizyonda sürekli faydaları anlatılıyor.
Baktık kart işi olmuyor bari buranın meşhur etlerini deneyelim dedik. Canan, artık buralı olduğundan ucuz yerleri biliyor. Palermo bölgesinde Eros diye, aslında bir spor kulübüne ait olan salaş bir restorana gittik. Neredeyse yarım kilo biftek on iki lira. Bir litre bira yedi lira. Arjantinde etler az pişmiş, bizim Türk damak tadına pek uygun değil. Ama babamın baş sloganı “et kanlı, balık canlı” yenir idi. O nedenle, ben alışığım, et hoşuma gitti.
Sonra Ermenistan caddesi yakınında Plaza Cortazar’da bir kahve içtik. Bu bölgede dizayn mağazalar, kafeler, restoranlar var.
Yolda tanıdığa rastlama
Kahveden sonra biraz ilerideki bir merkezde Sube Kart için şansımızı bir daha denemeye karar verdik. Yolda konuşarak yürüyoruz, önümüzde giden kadın “bu Türkçe, ses de tanıdık” demiş, “Ersooyyy” diye bağırdı. Marta, eylül ayında tur yaptığım Arjantinli gruptan. Boş verin kartı alamazsınız dedi. Bizi yakında bulunan evine davet etti. Yazlıktaymış, bir günlüğüne faturalar için gelmiş. Evi iki yüz metrekareden geniş, yüksek bir binanın en üst katı, dört tarafı açık. Bol bol tepeden şehir fotoğrafları çektim. Ne var derseniz, Sao Paulo gibi sadece beton.
Ben bu kadına Türkiye’de turda, öyle çok parası yok, zar zor biriktirip tura gelmiş diye acımıştım. Bu Güney Amerikalılar, soygunlara falan alışık olduklarından zenginliklerini gizlemeyi iyi biliyorlar. Görünen o ki kadında paranın haddi hesabı yok.
Bir ilginç anekdot ise, binaya girdik, ufak asansöre üç kişi sıkıştık. Bekliyoruz. Marta kapıyı kapatacaksın yoksa hareket etmez dedi. Sonra Türkiye’de pek yüksek bina yok alışık değilsin demeye getiren bir şeyler söyledi ki, ben de düşünmeden “yoo, bizde asansörler otomatik, bunlardan kalmadı” deyiverdim. Hatun feci bozuldu, yüzü düştü. Canan kıs kıs gülüyor “n’aptın kadına yahu” diyor. Bir de bendeki akıllı telefonu görünce, o zamanlar pek yoktu.. Zenginliği ile hava atacaktı ama pek olmadı.. Güney Amerika’da bizdeki gibi bu tavırlar ne yazık ki çok yaygın..
Sonra gruptan haberler aldım.. Bana sürekli yağış miktarlarını soran Fredi, dönüşten on beş gün sonra ölmüş. Adam çiftçi idi. Tek merak ettiği yağış miktarı. Yahu derdi, her gittiğim ülkede soruyorum, kimse bilmiyor. Marta gruptan insanları aradı, geldiğimi haber verdi.
Bana yaptığı bir kaprisi anlattı, güldük.. Yaptığı ise; tüm grup otobüse binmiş, havaalanına gideceğiz. Bu ortada yok. Meğer odasında, tuşu kırık bir Nokia telefonu var, onu şarj ediyormuş. Otobüste oturan o kadar insan var, bunların hepsi tanıdık, kapalı grup, bir tanesinin gıkı çıkmıyor, öyle bekliyorlar. En son dayanamadım, bir arkadaşını gönderdim, hemen gelsin yoksa bırakıp gidiyorum deyince.. indi aşağı.. Türk grubu olsa millet birbirinin kafasını kırardı, Latinlerde de böyle bir sükunet var.
Oradan çıktık, yine bir süreliğine buraya yerleşen bir Türk çiftin evine gittik. Sonuç olarak Buenos Aires’te ilk gün tanıdık ziyaretleri ile geçti. Sadece Palermo bölgesinde dolandım.