Sabah kahvaltıdan sonra Buenos Aires’i keşfe çıkmak için hazırlandım. Baston isimli bir çocuk geldi, bedava şehir hakkında bilgi veriyorlarmış, sonra cüzi bir fiyata tur yapıyorlarmış (o zamanlar free tur dedikleri şeyi bilmiyormuşum). Ama Canan çarşamba günü müzeler bedava dediği için onlara takılmadım. Aslında sosyalleşme için iyi olurdu, mesela kahvaltıda muhabbet ettiğim Hollandalı kız onlarla gitti.
Ilk olarak MALBA denilen Latin Amerika Güzel Sanatlar Müzesine gittim, yürüyerek. Müze, Recoleta denilen bir bölgede, hostelden bayağı uzak sayılır. Yolda fotoğraf falan çektim. Geniş bulvarlar, yeşil parklar, sıcağa rağmen güzel bir yürüyüş oldu. Burası Palermo’dan daha modern gözüküyor. Müzeye varınca açılmasına bir saat daha olduğunu görüp “oha!..” dedim. Saat on bir, müze saat on iki de açılıyor. Bizde Topkapı Sarayını on ikide açsan, tüm turizmciler isyan eder. Kapanış ise akşam dokuz. Adamlar gece on ikide yemeğe gidince, öğlene kadar iptal oluyorlar haliyle. Bir saat var bekleyeyim dedim, bu sırada gölgede oturup cep telefonunda bloga yazı yazdım.
Müze gezisi
Müze açılınca bedava olmadığını gördüm. 25 pesos yazıyordu, ama 12 pesos istediler. Ben de karşı atak olarak rehber kokartımı gösterip “indirim var mı?” diye şansımı denedim. Kız, karta baktı, elbette dedi, bedava bileti verdi. Sao Paulo’daki müzenin uyuz gişecisi yarım göz atıp sertçe hayır demişti. Adamı hayırla aldım, sülalesi hakkında içimden yorumlarda bulundum. Müzeleri de bir şeye benzese, gelsinler burayı görsünler. Buranın en ön önemli eseri Frida Kahlo’nun oto-portresi
Müzeden çıkınca Alcorta caddesi boyunca yürüyüşe devam ettim. Sonradan fark ettim, Lonely Planet aşağı yukarı yürümek için bu rotayı önermiş.
Birleşmiş Milletler meydanında bulunan dev demirden çiçek heykelinin fotoğrafını çektim. Hukuk fakültesi de orada, Dor mimarisi, büyük sütunlar. Yolun karşısında Güzel Sanatlar müzesi var. Giriş arka caddeden ve bedava. Fotoğraf yasak. Sırt çantası bedava emanete veriliyor, önceki müzede koridorlarda izin vermişlerdi.
Ziyarete başladım, ilk bilgi panosunda “Constantinopla’nın Türkler tarafından 1473’de alınması üzerine…” yazıyor. Danışmaya gittim, bu yanlış yazılmış dedim. Eleman bir defter çıkardı “buraya yaz, yukarıda okurlar” dedi. Haber verecek başka bir yol yok mu? diye sordum. “Mektup yazabilirsiniz” dedi. “Nasıl” dedim “bildiğimiz mektup mu?, e-mail’iniz falan yok mu?”. “Yok” dedi, İnternetten yazarsan kimse ilgilenmez diye de ekledi. “İyi” dedim “ver deftere bari yazayım”. Sonra bir başka kronolojik panoda tarihi doğru yazmışlardı. (İki sene sonra yolum yine bu müzeye düştü, tarihi düzeltmişlerdi.)
Bu müze bayağı zengin, Degas, Monet, Rubens, Greco, Rodin aklımda kalanlar. Müzeden çıkınca parkın geçince köşede bir hamburger yedim, hem kötü hem de pahalı idi. Ufak biraya altı lira aldılar. Meğer biraz daha ileri yürüseymişim bir sürü alternatif varmış.
Sonra meşhur Recoleta mezarlığını ziyaret ettim. Her bir mezar küçük bir ev gibi ve heykeller ile süslenmiş.
Mezarlıktan sonra arka tarafta bulunan bir AVM’ye girdim. Arjantin, Boca resmi formaları 150 lira civarında idi. Sonra Telmo mahallesine gidecektim, son anda vazgeçip hostele döndüm, iyi ki dönmüşüm.
Hostelin çatısı çöktü
Bir yağmur başladı, sular seller gidiyor. Bu arada bir gürültü koptu, hostelin bir bölümünün çatısı çöktü. Resepsiyonu su bastı. Elektrik gitti. Neyse benim koğuşta bir şey yok. Böyle gece dokuzu yaptık.
Gece acıktım, karşıdaki büfeden bisküvi alırken, adama burada ucuz bir yer var mı? diye sordum. O da yüzünde acıma hissi ile, hemen ilerde bir parilla yani mangal var dedi. Sağanak yağmurda, arabaların saçtığı sularla sırılsıklam parillaya girdim. İçerdeki bir kaç kişi, uzaydan gelmişim gibi baktı. Adamlar gerçekten dökülüyor, hatunun biri masada sızmıştı. En ucuz şeyleri istedim, kızartma biftek, bol patates kızartması, büyük bira; hepsi on beş lira tuttu. Et iki parça, kocaman, bu porsiyon Türkiye’de iki kişilik sayılır. Ama yarısını istemek gibi bir mevhum da yok. Güzel bir karnımı doyurdum 🙂