Ağustos ortası Antalya’ya gitsem, fırtına çıkar denize giremem. O nedenle, sabah bulutlu bir güne uyanınca hiç şaşırmadım. Salonda oturan bir adamla konuşmaya başladık. Resepsiyoncu çocuğun babası imiş. Burası hep böyledir, merak etme, öğleden sonra güneş çıkar dedi.
Kahvaltıdan sonra, önce burada kalış süremi bir gün daha uzatıp üçüncü geceyi de ödedim. Sonra bir kuadra ötedeki Tur-Bus yazıhanesinde gittim. Çarşamba akşamı için San Pedro de Atacama’ya bilet aldım. Burada çoğu otobüs şirketi Calama’ya kadar gidiyor. İnsanlarda sanki San Pedro’ya otobüs gitmez gibi bir şey oluşmuş. Yatak komşum Carlos o nedenle Tur-Bus’dan Calama’ya bilet almış. Değiştirmek istedi, olmadı.
Bilet işini de hallettikten sonra hostele arka yoldan, pazar yerinden dönerken Elqui Vadisi turu satan birini gördüm. Hostelden 4 bin pesos daha ucuz, 18 bin pesos. Çarşamba, saat beş buçukta beni terminale bırakmanız şartıyla katılırım dedim. Tamam dedi.
Gerekli işler bitti, şimdi güneşin çıkmasını beklemek kaldı derken, yatakhane arkadaşlarım İspanyol Carlos ve San Pedro’dan Fransisco birlikte Coquimbo’ya gitmeye karar vermişler. Ben de onlara takıldım. Şilili eleman buralara bir çok kez gelmiş, bir nevi bize rehberlik yaptı.
Coquimbo
Hemen yakındaki, ana cadde Fransisco de Aguirre’den kalkan 1 numaralı “Directo, Parte Alta” yazan minibüs beş yüz pesoya 3. Milenyum Haçına kadar gidiyor.
Bu haç yüz elli metre rakımdaki bir tepeye dikilmiş, 93 metre yüksekliği var. Asansörle haçın kollarına kadar çıkılıyor. Yani yaklaşık 220 metreye. Aşağıda ise on beş kilometrelik plaj. Sanırım Rio de Janeiro’yu taklit etmeye çalışmışlar.
Haça çıktık, sonra yine aynı hattan minibüs yani mikro ile Coquimbo’nun merkezine indik. Burada Barrio Inglés özelllikle geceleri çok hareketli oluyormuş, bir de Casino varmış.
Öğlen oldu acıktık, bizimkiler ev yemekleri yemek istediler, bir lokantaya oturduk. Ben balık tava dedim. Çünkü baş belam taze kişniş buralarda da oldukça revaçta, sulu yemeklere serpilmiş durumda. Sonra “pastel de choclo” istedim, yani mısır pastası. Aslında pasta deseler de bir tür kıymalı kiş, ama üstünü örten mısır tatlı, olmuş pasta. Yemesi biraz zor oldu ama başardım.
Serena plajı
Yemekten sonra güneş tamamen yüzünü gösterdi. Carlos, Tenerifeli olduğu için plaj ona çekici gelmedi. Serena dönüş minibüsü plaja yakın bir yerde iken Şilili eleman da indi. Bende güneş kremi, havlu falan olmadığından hostele döndüm. Bu sırada iki yerde yangın çıkmış. Onları seyrettim. Sonra, hostelden malzemeleri aldım. Şililinin söylediği “faro” yani deniz feneri minibüslerinin geçtiği yere doğru yürüdüm. O sırada millete minibüsün nereden geçtiğini sorarken bir colectivo yani taksi dolmuş durdurdular, altı yüz pesos, minibüsün iki misli, ama binmiş bulundum.
Aslında plaja gitmek için bunlara binmek gerekmiyor, mesafe üç kilometre kadar. Zaten minibüsün geçtiği yer, yolun yarısı. O nedenle dönüşü yürüyerek yaptım.
Plaja indim, deniz fenerinden sola epey bir yürüdüm, sonra geri döndüm. Kameranın olduğu torbayı cankurtarana emanet edip kendimi Pasifik Okyanusunun soğuk sularına bıraktım. Sonra plaja pareomu serip bir güzel kızardım. Güneş batınca da hostele döndüm.
Böylece Giresun’un Karadeniz kıyılarından Hint, Çin, Maçin, Atlantik, Pasifik okyanuslarına tüm denizlerde ıslanmış oldum. Çok mutluyum 🙂
Karadeniz demişken, sonradan haritada gördüm. Coquimbo’da bir mahallenin sokaklarına deniz isimleri vermişler. “Mar Negro ve Egeo” da var. Karadeniz ve Ege sokaklarının fotoğraflarını çekmek isterdim ama artık çok geç.