Mendoza’dan Santiago’ya

El Rapido’nun Mendoza – Santiago servisinden selamlar. Bu cep telefonu ile blog yazma olayı bayağı kolaylık oldu. Boş bulduğum her zamanda bir şeyler ekliyorum, mesela restoranlarda.. Bu Güney Amerika ellerinde, en basitinden bir şey yemek için ayrılacak süre bir saat. Bugün acele bir şeyler yemem gerekti, cesaret edip bir yere oturamadım. Çünkü garsonun sizle ilgilenmesi en az on dakika. Sonra yemeğin gelmesi ise yarım saat. Bu durum vakit geçirmek için iyi ama acil durumlarda sıkıntı yaratabilir. Onun da çözümü, sosisciler yada sokak hamburgercileri.

Şu an Şili yolunda, Mendoza’nın uçsuz bucaksız üzüm bağlarının olduğu bölgeden geçiyoruz. Arjantin’in şarapcılıkta kullandığı temel üzüm cinsi “Malbec“. Şehir çıkışında bir de heykeli var, Malbec yaprağının.

Şimdi otobüste sandviç verdiler, her serviste değişen adetleri var. Bu iyi oldu.

Bu sabah, duş vesaire gibi detaylardan sonra, önce kahvaltı için resepsiyondan jeton alarak güne başladım. Bu Savigliano hostelin kendine has kuralları var. Kahvaltı için krosan ve kahve makinesinden jetonla sadece bir kahve hakkın var. Check-out yaptıktan sonra odada bulunan locker‘ı kullanamıyorsun. İlla koridordakine taşıman lazım, oda boş, olsun, kural var. Tuvalet de aynı şekilde, sadece resepsiyondaki tuvaleti anahtar isteyerek kullanıyorsun. Üstelik bunları kullanabilmek için ya otobüs biletini onlardan alıyorsun ya da iki pesos veriyorsun. Ama elemanlar iyi çocuklar, yardımcı olmaya çalışıyorlar. Otobüs biletinde sorun yok, terminal ile aynı fiyata satıyorlar. Gerçi daha önce yazdığım gibi uzun süre Arjantin’de kalacaklara plataforma10.com’a üye olmalarını öneririm.

Locker mevzuna dönersek, bunlar bildiğimiz kilitli dolaplar, genelde büyük sırt çantası sığıyor. Sen de kendi asma kilidin ile güvenliği sağlıyorsun. Gerçi çoğu eften püften, açmak isteyen bir şekilde açar. İsmini söylerken aynen şu an yazdığım gibi –loker-diyeceksiniz. İngilizce biliyorum, bu lokır okunur yada İspanyolca biliyorum, buna “consigna, caja fuerte” denir derseniz, anlamıyorlar.

Neyse dönelim bu güne, hostelle işlerimi hallettikten sonra öğlene kadar ne yapabilirim dedim. Parka gidebilirsin dediler. San Martin parkı (burada her yer San Martin) neredeyse şehirle aynı büyüklükte. Parka varmak için yaklaşık bir saat yürüdüm. Göl kenarında bir tur attım, sonra da hostele geri döndüm. Sırt çantamı yüklendim. Alt geçitten karşıya terminale girdim.

Şili yollarında

Bu Mendoza’da daha fazla kalınabilirdi. Dört bin metreye çıkılan bir dağ turu, rafting vesaire gibi aktiviteler varmış. Ama ben her zaman olduğu gibi bunları geç öğrendim. Beni tanıyanlar çok planlı programlı olduğumu düşünüyor ama bu gezi sırasında tembellikten iki sayfa Lonely Planeti bile okumuyorum. Bu nedenle çoğu şeyi gitme kararı alınca fark ediyorum. Bir yere varınca hep burada biraz kalayım, ne var ne yok bir özümseyeyim diyorum ama olmuyor, olamıyor. Artık bir dahaki sefere.

Otobüs’e binerken iki tane form verdiler. Bakalım sınır geçişi nasıl olacak. Şimdiye kadar her geçişte değişik bir sistem vardı.

Otobüslerde muavin olsa dahi bagaj yükleme ve boşaltma işini terminallerin hamalları yapıyor. Karşılığında bir bahşiş veriliyor. Önceleri olayı anlamamıştım. Şimdi bu durum için iki pesoyu hazır bulunduruyorum. Yüküne göre beş, on vereni, Avrupalılar gibi vermeyeni de gördüm.

Otobüs saat birde kalktı, akşam sekizde orada olacakmış. Şu an And dağlarını geçiyoruz, Torosları geçer gibi bir durum. Bir baraj gölü, artık kullanılmayan demir yolunun tehlike arz eden köprüsü, yolu takip eden nehir yol boyunca görülen tipik manzaralar.

Şu an saat 15.11, Upsallata diye bir yerde terminale giriyoruz. Etrafta bir sürü restoran, hatta casino bile var. Pansiyon, çadır, ekipman kiralık ilanları, turistik rota haritaları görülüyor. Burası dağcılık turizmi merkezlerinden olmalı.

16.30’a doğru girdiğimiz gümrükten bir saat sonra ayrıldık. Arjantin ve Şili yan yana iki gişe yapmışlar. Birinden çıkış alıp öbüründen giriş yapıyorsun. Ama Kanadalı bir kızın ve Amerikalı bir çiftin bunu anlaması biraz zor. Şilili memur kızı fark etti de geri çağırdı, Amerikalılar da bunu görünce olaya uyandılar. Biz pasaportları damgalatırken hamallar bagajları X-ray’den geçirdiler. Şüpheli iki bagajın sahipleri çağrıldı. Sonra el çantalarını X-ray’den geçirdik.

Şili’ye bal, sebze, meyve, tohum, et ve süt ürünleri, özgün hediyelik eşya sokmak bildirime tabi. Hepsini anladım da Afrika’dan alınmış maska niye bildirim isteniyor onu anlamadım. Bir de sağa sola, ulusal bir gururla “nereli olduğun fark etmez, burası Şili, bildireceksin” yazmışlar. Benim sırt çantasında şarap vardı, ona bir şey demiyorlarmış.

Şili’ye girer girmez inişe geçtik. Ben böyle döne döne inen çok yer gördüm ama böylesini görmedim. Bizim Torosların en dik inişinin üç beş katı. Bu inişi araştırıp yazacağım, dünyada benzerinin olduğunu sanmıyorum. Zigana falan yarısı kadar bile değil. (Bu yola Paso de Los Libertadores diyorlarmış, dünyanın en tehlikeli yollarında ilk ona giriyor)

Santiago

Saat sekiz buçukta Santiago’ya vardık. Terminalde beni Buenos Aires’de tanıştığım Maria karşıladı. Burada onun evinde kalacağım. Gayri resmi olarak ilk couchsurfing’im olacak.

Santiago’da ilk olarak ulaşım kartı Bip! aldım. Metro ve otobüslerde geçiyor. Yoksa otobüse binmek için tam bozuk para lazım. Burada ulaşım pahalı sayılır. Tek sefer iki buçuk lira kadar. Bu kartla ilk sefer ödemeden sonra iki saat içinde üç seyahat ücretsiz. Kart dört lira kadar, sonra para yükleniyor.

Gece Maria’nın bir arkadaşının yaş günü varmış. Plaza Italia’da taraflarında barlar bölgesi olan bir yere gittik. Alışveriş merkezi tadında bir sürü bar, restoran, kafe olan bir bölge. İsmi Patio Bella Vista, bölgenin adı da Bellavista.

Gece on ikiye doğru herkes evine dönmeye başladı. Arjantin’de gece hayatı başlarken burada bitiyor. Ortam Türkiye’ye çok benziyor. Daha bir geleneksel mi desem, tutucu mu, işte öyle. İnsanlar, giyimler, davranışlar. Yarın, şehri biraz tanımaya çalışacağım.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Bir Cevap Yazın