Bluefields’de geçen iki günün ardından Granada’ya geçtik. Yorucu bir yolculuk oldu. Önce Cima Club’te geçen alkol dolu gecenin ardından hemen hemen hiç uyumadan sabah beşte Mini Hotel’i terk ettik.
Wendelyn Vargas’ın teknesi sabah altıda kalkıyor ama beş buçukta orada olmak lazım dediler. Managua’ya kadar yolculuk iki kısımdan oluşuyor. İlk bölüm panga adı verilen büyük kayık ile El Rama’ya kadar. İki saat sürüyor, 250c. Sabah nehirde kıvrıla kıvrıla yapılan bu yolculuk güzel ama bayağı da serin oluyor, benim gibi svitşörtü sırt çantasında bırakmayın.
Üstelik kayığa binmeden önce askerler tüm bagajları açıp didik didik ararken yanıma alabilirdim. Uyku sersemliği diyelim. Ayrıca pasaportun illa orijinalini görmek istiyorlar. Her yerde kullandığım renkli fotokopiyi kabul etmediler.
El Rama’ya saat sekizde vardık. Limanda peynir, domates ve yumurtadan bir kahvaltı istedik. Tam türk işi oldu, çay yerine kahve, tatlı ekmek idare etti. Zeytin yok o da olsa mucize olurdu.
Yolculuğun ikinci kısmı otobüs ile yapılıyor, bilet 160c. Otobüs saat dokuzda kalkıyor. Bileti sabah almış idik. Öğleden sonra saat üçte Managua’da olduk.
Managua’ya gitmek için başka şirketler de var. Ama Wendelyn Vargas’ın kombine bileti daha işimize geldi. Otobüs ekspres, her köyde durmuyor. Bir de saat dokuzda kalkan panga ile bağlantılı sefer var. Diğer firmalar daha çok gece dokuzda El Rama’dan çıkıp, sabaha karşı üç gibi Managua’ya varıyor.
Wendelyn Vargas’ın güvenli terminaline varınca, Corn adasında tanıştığımız Leonel’in tavsiyesi ile resepsiyoncu kıza Granada’ya nasıl gideceğimizi sordum ve içerden bir taksi ile anlaştım. Leonel kesinlikle dışarıdan taksi almayın dedi. Buralı olmasına rağmen o da, belki fazla verip, öyle yapıyormuş. Özellikle genç taksici ve plakası yamuk yumuk taksilere güvenmeyin demişti.
Granada’ya iki şekilde gidiliyormuş, bir otobüs ile, mercado Roberto Huembes’den kalkıyor. Yirmi dakikada bir var. Bir buçuk saat sürüyor 15c.
İkinci yol minibüs ile. Minibüs daha sık kalkıp daha hızlı gidiyor, siz onla gidin dediler. Ok dedik, taksiye adam başı elli cordobás verip UCA terminale yöneldik.
O gün Granada’da şiir festivali olması ve hafta sonu nedeniyle UCA üniversitesinin karşısında bulunan durağa vardığımızda ortalık ana baba günü idi. Doğru bir kararla bir sonraki minibüsü bekleyip ayakta gitmedik. Sonra gördük ki, muavin ustaca manevralar ve bir önden bir arkadan müdahaleler ile içeride milimetre boşluk olmayacak şekilde insanları tıkıştırdı. Minibüs 24c.
Bu yolculuk yaklaşık bir saat sürdü. Ve akşam altı gibi koloniyal şehir Granada’ya vardık. Amerikalı amca Jon’un tavsiye ettiği La Casita dolu idi (dorm 6 dolar). Karşıdaki La Libertad da öyle. Orada İnternete girip Ceiba’da ayrıldığımız Metin’den mesaj var mı diye baktım. Hemen bitişiğinde bulunan Bearded Monkey hostelde imiş. Orada dormda sadece tek yatak kalmış. 5 dolar, onu aldım. Koğuşa girdim. Metin orada, Útila’da tanıştığı ve Leon’da tekrar karşılaştığı diğer bir Türk arkadaş ile aynı koğuşta. Murat daha sonra zar zor merkezde bir otel buldu. Şiir festivali dolayısıyla üç yüz şair ve izleyicileri her yeri doldurmuş.
Metin ile merkeze gittik. Güzel barlar ve restoranlar var. Günler sonra bizim damak tadında bir yemek yedim. Irish pub çok iyi. Sanki ufak bir Avrupa kasabasında gibiyiz. Fiyatlar abartı değil. Meydanda büyük ekran, şairler şiirlerini okuyor. Güvenlik sorunu yok. Her taraf turist kaynıyor. Ama ben yorgunluktan hepsini bırakıp hostele gittim. Sırt çantasını falan açmadan, yattığım gibi bayılmış kalmışım.
Ben gitmedim ama Metin ve Bilge’den aldığım bilgilerle León hakkında bir şeyler yazayım. İlk olarak Leon’u çok beğenmişler. Özellikle Via Via hostel bugüne kadar kaldıkları en iyi yermiş. Sırf orada kalmak için Leon’a gidilir diyorlar. Çok lezzetli ekmek yapan yerler varmış. Elli dolar olan, bir gece çadır konaklamalı volkan turu muhakkak yapılmalı. Gece krateri ışıl ışıl görmek muhteşem, Lavlarda kayak turu tırt, 45 saniye kaymak için o para verilmez diyorlar.