Santiago’dan Barracoa’ya gece yarısı 01:50 ve sabah 08:00’de iki sefer var. Viazul terminaline gitmek için beni buraya getiren taksici Luis’i ev sahibesi Lisandra dün aramış, saat altı kırk beşte burada ol demişti. Adam erkenden gelmiş, ben de hazırım yola çıktık. Yolda giderken otobüs biletini alıp almadığımı sordu. Hayır dedim. Hemen panik havasında, dolu dedi, otobüsler dolu. Amacı taksi ile götürmek biliyorum, sallamadım. Bulurum ben bilet dedim. Rezervasyon yaptırmadıysan gidemezsin diye üsteliyor. Ulan bir gün önce gittik, görevli gerek yok, bir saat önce gel, bu otobüste daima yer olur dedi. Daha ne üsteliyorsun. Neyse terminale geldik, iki cuc verdim. Üç dedi. Yahu ilk gün iki cuca anlaştık. Sen bana ev bulmak için, daha doğrusu komisyon almak için dötünden ter akıtınca, sen istemeden ben sana üç vermedim mi? O son verdiğin moneda nasyonaldı dedi. Evet bir tane Che’li üç peso var ve hemen hemen aynı boyutta ama o para yere düşmüştü, alırken bir daha bakmıştım, neyse hadi al 25 centavos daha dedim, kurtuldum. Terminalde bileti aldım, tabi otobüste bir sürü boş yer var, bir de ben erken geldim.
Bizim yani turistlerin bölümünde sadece klimalı bekleme salonu var. Neyse bu Kübalıların terminaline geçip tost ekmeğine bir salam ve bir sudan oluşan mideme girecek bir şeyler aldım. Bir cuc verdim, başka bozuk yok. Hata bende üşenip bunların parasından bulmaya çalışmadım. Hatun hemen cebine attı. Bozuk üstü yok, kırk peso cebellezi. Sabah sabah “tamam, kalsın” dedim. Giderken ben seni Kübalı zannetmiştim diyor.
Bu bölümde hemen hemen tüm şehirlere, kasabalara giden otobüsler var ama biz bunlara binemiyoruz. Bir İspanyol, biraz ısrar edersen, alıyorlar ama uğraşmak lazım dedi. Mesela Puerto Padre’ye falan gideyim diyorum. Turiste sadece taksi seçeneği var. Küba sırt çantalı turist için uygun bir ülke değil. Hele tek geziyorsan yatacak yer fiyatlarını hep iki kişilik ödüyorsun. Buraya gelen erkek-kadın herkesin amacı bir partner bulmak, bu nedenle sistem böyle gelişmiş.
Bu Santiago otobüs terminali tren garı ile bitişik. Ama bu trenlere nasıl binilir, nereye gider kimse bilgi vermiyor. Koşullar çok kötü imiş, çok bozuluyormuş falan. Aslında Küba tren için biçilmiş kaftan. Dümdüz bir ülke. Niye bunu değerlendirmiyorlar bilmiyorum. Biz Türkiye’de tren komünistlerin işi diye bilirdik. Vakti zamanında öyle söylemişlerdi.
Neyse bindik otobüse, klima çalışmıyor, yarım saat o sıcakta bekledik. “Başka otobüsün gelmesi saatler sürer, bu şekilde gidelim mi” diye sordu kaptan şoför. Biz İspanyolca bilenler gidelim dedik. Bilmeyenler ise başlarına gelecekleri bilmeden bön bön baktılar.
Yol beş saat sürüyor. O meşhur Guantanamo’nun şehrinden de geçtik. Küba’ya geldiğimden beri ilk defa dağlara tırmandık. Yeşillik, güzel bir coğrafya. Tipik tropikal, Tayland, Malezya desen fark etmez, aynı.
Yolda bir mola verdik. Sadece muz ve mandalina satılıyor. Su, meşrubat falan yok. Koca bir salkım muz bir cuc, alsam o kadar muzu maymun bile yiyemez. 25 centavos verdim, dört tane muz verdi, bu sefer de pahalı oldu ama olsun. Susuzluktan, bir tane de mandalina ver dedim. Salkım yapmış, bir cuc, bozulmuyor dedi. O sırada bir salkım mandalina almış yaşlı bir Kübalı kadınla, örgülü saçlı Norveçli tipli genç ikiliye size iki muz vereyim iki mandalina verin dedim. Kadın “al, al, dört tane al” dedi. Güzel bir alışveriş oldu. Yani döndük ilkel komünal ekonomik modele. Gerçek komünizm gerçekleşmiş oldu. Bu arada iki İspanyol bozuk para probleminden mandalina alamadılar, susuzluktan kıvranıyorlar.
Baracoa’ya varış
Baracoa’ya vardık. Bagaj beklerken kaptan şoför özür diler bir tonda bana “çok sıcak oldu değil mi?” dedi. İyi bir adama benziyordu. “Ben de çalıştım otobüslerde, başıma çok geldi, bilirim” dedim. O da “tepedeki fanlar galiba” dedi. “Fanların kömürü yansa, o kadar kuvvetli üflemezdi, gaz kaçağı daha muhtemel” diyerek fikrimi söyledim.
Terminalde pansiyoncular yine saldırdılar, ama kimse yirmi’den aşağı düşmüyor. Taksici Luis’in on beş’e fit olur dediği adamı buldum, yüksek sezon, bizim sezonumuz dedi. O sırada bisiklet taksici bir eleman Camilo ben sana ucuz yer bulurum dedi. Kendi de iki alırmış. Çıktık yola..
Şehirde epey bir tur attık, her yer dolu. Eleman kan-ter içinde kaldı, ilk defa gerçekten yardım etmeye çalışan birine rastladım. Sana bir bira ısmarlayacağım dedim. “Ben Hristiyanım, bira içmem” dedi. Benim bildiğim Müslümanlar içmez diyecek oldum, “gerçek Hristiyanlar alkol içmez, o içenler yolunu şaşıranlar” diye de ekledi.
Sonunda Camilo on beş’e güzel bir oda buldu. Arkada güzel bir terası var. Üst kat, aileden biraz bağımsız. Akşam yemeğini de onlardan aldım, hem iyi fiyat yaptılar, hem de tam istediğim gibi oldu. Lezzetli soğanlı bir karides yedim, üzerinize afiyet.
Camilo beni sonra şehir merkezine götürdü, bir cuca kaçak İnternet varmış Elemanı gündüz bulamadık ama gece buldum. Bilgisayarı, aktarıcıyı getirmiş parka kurmuş, iki cuca aldığı İnterneti bir cuca paylaşıyor. İyi para. Sadece aldın mı bir saat kullanacaksın. Ben resmi kartı beşer onar dakika üç-dört gün kullanıyorum. Camilo’ya da bu yardımları nedeniyle bir cuc fazla verdim.
Gündüz birden bir sağanak başladı, zar zor bara sığındım. Nasyonal pesom olmadığından Enternasyonal bira içtim. Beş peso (elli kuruş) fark var. Kübalı kızlarla geyik yaptık, bana güzel plajların yerlerini söylediler, ama gitmek bir mesele. Bir Almanla Küba sistemi üzerine konuştuk, daha doğrusu çocuk sordu, ben anlattım. Buradan Panama’ya gidecekmiş, orayı da anlattım falan. Akşam oldu. Gene sağanak yağmur yağdı. Bu sefer de iyi kurtardım, tam eve girdim dökmeye başladı.
Bu günler sağanak varmış. Buraya kadar geldik, bakalım nasıl olacak. Bir de bu Baracoa’nın asıl güzel yerlerine gitmek için ya tur almak ya da taksi tutmak lazım. Her ülkede böyle yerlere, dolmuş falan ucuz bir ulaşım vardır. Halkla iç içe kamyon sırtlarında falan gidersin. Bu Küba’da ya yok, ya da ısrarla turistlere söylemiyorlar.
Baracoa ikinci gün..
Kübayı daha önce gezen arkadaşlarım Baracoa’yı muhakkak gör demişlerdi. O nedenle geldim ama hava kötü, şansıma alçak mı, yüksek mi bir basınç var, bulutlu ve esiyor. Bu koşullarda en iyisi tur almak diyerek ev sahibinin önerdiği EcoTur’a gittim, yarın için yirmi cuc’luk Yumuri turuna kaydımı yaptırdım.
Sonra Cadeca’da para bozdurdum. Yine dışarıda kuyruk. Sonra içeride klimalı alanda ikinci kuyruk, ve gişe. Kuyrukları böyle ikiye üçe bölmeleri iyi bir sistem, her bir bölüm hedefe daha bir yaklaştığını hissettirip umudu artırıyor.
Sonra Etecsa’ya uğradım, İnternet kartı almak için, bilgisayarlar çalışmıyormuş. İyi de kontör sistemiyle çalışan bir kartı satmak için niye İnternete ihtiyaç var ki?. Boş ver anlamaya çalışma dedim. Akşama doğru ancak açılırmış, o zaman da uzun bir kuyruk olacak, kesin..
Sonra eve döndüm, plaja gittim ama çok dalgalı, sahildeki elemanlar girme sakat dediler. En sonda ufak bir koy varmış, dere ağzında, orası daha iyi olurmuş. Yarım saatten fazla yürüdüm. Yok orası da kötü. Geri odama döndüm, en azından sahilde güzel bir yürüyüş oldu.
Bu arada deniz belki daha iyidir diye Guardalavaca’ya gideyim diyorum. Önce Holguin’e gitmek lazım. Direkt otobüs yok. Santiago’dan değiştirmek lazım. Dün Diego iki-üç kişi bulursa cip ayarlama konusunda konuştuk ama bana zor geliyor. Ev sahibi burada cip terminali var, Kübalılar iki cuc’a Moa’ya gidiyor. Ama senden beş-on cuc, daha fazla isterler dedi. Oradan da Toyota pikaplarla 15-20 cuc’a devam edersin dedi. Bakalım yarın olsun karar vereceğim.
Akşamüstü İnternet için tekrar parka gittim, sistem hala kapalı. Arkadaki kafeye girdim. Bir öbek cep telefonlu genç. Hemen bilgisayarlı elemana gittim. On dakika sonra yeni tur başlıyor dedi. Bir bira alıp beklemeye başladım.
İnternet saati bitince akşam yemeği için eve döndüm. Yine şehriye çorbası, içince yeşil kişniş var ama aroması Asyadakiler kadar kuvvetli değil. Ev sahibesi kadın, öğretmen, okuldan geldi, yemeği yapıyor. O aroması kuvvetli kişnişi kocam da yiyemiyor dedi. Ana tabak olarak yerel bir yemek olan Hindistan cevizi sütünde balık yapmış, adı Pescado a la Santa Barbara, içindeki balık ise gatero, yani kedibalığı olmalı.. Bir de sarımsaklı yuga bu Latin Amerika ülkelerinde çok tüketilen havuca tipinde, tatlı patates tadında bir şey.
Yemekten sonra ev sahibi ile konuştuk, bana ertesi gün için Guerdalavaca’ya direkt giden bir cip bakacağını söyledi, yani üç beş kişi varsa onlara katılacağım, yoksa tek başıma çok pahalı olur. Olursa süper olacak, hem yol daha kısa, hem daha ucuza gelecek. Yoksa Santiago, Holguin, oradan taksi yol epey uzuyor. Buradan Holguin’e bir yol projesi varmış ama yarısı bitmiş, öbür yarı bir türlü tamamlanmamış. O nedenle şimdilik sadece cipler gidebiliyor. Bu tamamlansa Baracoa’dan Santa Lucia, Puerto Padre, Guardalavaca gibi sahil şeridine gitme bayağı kolaylaşır turizm içinde çok iyi olur.
Sonra meyvelerden konuşurken bahçede kiraz ağacını gösterdi ama ben bu bizim bildiğimiz kiraz değil dedim. Çekirdeği değişik, tipi ufak bir domates gibi, tadı vişne gibi mi desem. Neyse bu kiraz gut hastalığına iyi geliyormuş, bir arkadaşının babası bununla tamamen iyileşmiş. Kaldığım odanın terasında değişik bir meyve var, maracuya imiş. Bir de sabah kahvaltıda taze sıkma suyunu verdikleri guanabana. Sonra kakao yağından bahsetti. Evlerde yapılıyormuş, fabrikadan çıkarmak yasakmış. Erkekler penise sürüyor, böylece cinsel hastalıklara ve hamileliğe karşı önlem alıyormuş, “gerçekten hamileliği önlüyor mu?” diye sordum. “Kesinlikle” dedi.. Kadınlar da vaginal hastalıklara karşı fitil, tampon gibi bir şeye sürüp kullanıyorlarmış (ertesi gün Kakao ile ilgili bir köy evi ziyaret ettik, yağı gösterince rehbere bu konuyu sordum, “Baracoa’da böyle söyleniyor ama gerçek değil” dedi)
Tam kalkacaktım, tüm gün yağmayan sağanak başladı, dışarı çıkacaktım, vazgeçtim. Odaya dönüp Afrikalı Leo’u okurken uyumuşum.
Baracoa üçüncü gün..
Sabah dokuza doğru EcoTur’a gittim. Bekleşirken bir rehberle konuşmaya başladım. Türk lafı geçince yanımızda duran kız “benim babam da Türk” dedi. Annesi Almanmış, Türkçe öğrenmeye çalışıyormuş. Babası Kars’lı imiş. Aile bir kısmı Antep, bir kısmı Bursa’da imiş. Orhan Pamuk’un Kar’ı okudun mu dedim. Hiç duymamış. Yalnız geziyormuş, adı da Süreyya. Geçen senede Bolivya, Peru falan yapmış. İspanyolca konuştuk. Başka tura gidiyordu, adios dedik.
Sonra yola çıktık. Önce bir köy evinde durduk. Kakao ağacı, meyvesi, nasıl işlendiği falan. Fotoğrafta görülen kakao topu, on yıl, buzdolabına koymadan, yani bu sıcak koşullarda bozulmuyormuş. Sonra ev yapımı çikolata falan satıldı.
İkinci durak tepede fotoğrafı bulunan Alman Geçidi oldu, rehber hikayesini anlattı ama hemen unuttum 🙂
Üçüncü durak Yumuri nehri oldu. İsim konusunda iki üç değişik versiyon duydum ama sonu hep yerlilerin kendini kaştan aşağı atmadan önce yarım İspanyolca ile “yo muero” demek isteyip, yu-muri diyerek atması ile bitiyor. Bana palavra gibi geldi.
Köprüyü geçip biraz yukarı yürüdük. Tepeden bir fotoğraf, Mango ağacında yaşayan endemik çeşitli renklerde Polemita denilen salyangoz’u gördük.
Aşağı indik Cayuca denilen kayık ile nehirde bir gezinti yapıp, sonra yüzdük. Buradan deniz kıyısına kazık bir restorana gidip (elbette yemedim) dalgalı plajda denize girmek oldu. Rehber sonra asıl durması gereken Manglito plajında sadece fotoğraf için durdu, yüzmek için bu bölgede gördüğüm tek uygun yerdi. Ama yüzemedik. Saat üç buçuk gibi de Baracoa’ya geri geldik.
Yarın bir şekilde Guardalavaca’ya gitmeye çalışacağım. Geldiğimden beri ilk defa yerel taşıtları falan denemeye çalışacağım. Ya da bir olasılık akşam rehber ile buluşacağız, bir cip grubu bulursa bana söyleyecek.
Küba’da Viazul’lerin gitmediği yerlere bazı günler Transgaviota’lar gidebiliyormuş. Acentasına gidip sormak gerekiyormuş. Camagüey’de evinde kaldığımız Miguel’in karısı da, bir vakitler Viazul’de çalışmış. Eğer bir Kübalı ile gidersen bazı yerlere Transgaviota ile daha ucuza gidersin demişti.
Rehberle konuşurken, evini kiraladığını, İtalyan arkadaşlarının her sene bir ay kaldıklarını söyledi. “Peki eve kız getirebiliyorlar mı?” diye sordum. “Hayır” dedi. Sonra bu kayıt meselesini sordum. Bir kız bir kere kayıt olsun sorun yok dedi. Ama iki kere falan kayıt olur da yakalanırsa fahişelikten içeri atarlar dedi. Turistlere hiç bir yaptırım yokmuş. “Ya turist hatunlarla birlikte olan erkekler” dedim. “Aynı” dedi. “Para verip izin alınıyor diyorlar” dedim. “Yok öyle bir şey” dedi. “O zaman Küba’ya bu kadar insan bu iş için geliyor, doğru mu?” diye sordum. “Evet” dedi. “İyi de bir sürü turist görüyorum Kübalılarla, bunlar nasıl çiftleşiyor” dedim. “Plajda, merdiven altında, orada, burada” diye cevap verdi. “Polis” diyecek oldum. “O kadar da değil, yoksa turist gelmez” dedi. Sonuç olarak olayın ıcığı cıcığı çıkmasın diye tatlı sert bir uygulama var. Havana başka imiş, orada kontrol falan yokmuş. Ama küçük yerler daha sıkı imiş ama gene bir şekilde bir şeyler oluyormuş. Sonuç olarak herkes bir şey söylüyor hangisi doğru daha çözmüş değilim. Ama buraya gelen turistlerin çoğunun bu amaçla geldiği de herkesin malumu..
Baracoa’yı da pek sevmedim. İlk gün barda konuştuğum Alman, hiç bir şey yok ama en sevdiğim yer Camagüey oldu dedi, “haklısın ben de aynı fikirdeyim” dedim…
Barter işini çözmüşsünüz. Haritadan bakınca denizi çok güzel gözüküyor fakat demek ki göründüğü gibi değil. Kiraladığın evde bile sarı lacivertden vazgeçmemen dikkatimi çekmedi değil.
🙂