Bir önceki yazıdan devam edeyim, gece saat onda otobüse bindik, sabah saat yedi gibi Palenque şehrine vardık. Müze saat dokuzda açılıyormuş. Hemen çevremizi taksiciler, tur satmak isteyenler sardı. Durun bir bekleyin hele dedik, önce terminalde kahvaltı yaptık. San Cristóbal de las Casas şehrine otobüs bileti aldık (burada hata yaptık, sonra açıklayacağım) sonra taksicileri savuşturup dolmuş ile Palenque Ören yeri girişine ulaştık. Burası bize fena halde Kapadokya’daki Zelve girişini hatırlattı. Şimdi kaç para verdik hatırlamıyorum ama dolmuş müze girişine kadar olduğu için fazladan para aldı ayrıca Milli park girişinde giriş ücretini ödedik. Ören yeri girişine gelince sırt çantalarını emanete bıraktık, Chichen-Itza’da bedava idi, burada para aldılar. Sonra saat dokuzda gişe açıldı, biletlerimizi aldık, 64 peso, ve ziyarete başladık. Yani burayı ziyaret ederken hem milli park hem de ören yeri ücreti ödeniyor. Türkiye’de mesela Termessos ören yeri de böyle idi.
Buraya kadar gelmeden yolda karşılaştığım bütün gezginler, burayı çok övmüşlerdi. Chichen-Itza’ya girmediğim için bir karşılaştırma yapamayacağım ama sanırım değişik karakterde yerler. Önce görünürdeki yerleri gezdik, sonra aşağılara nehir kenarına indik falan yaklaşık iki saat zaman geçirdikten sonra dolmuş ile şehir merkezine döndük. Bu arada müzeyi ziyaret etmeyi atladık, ama zaten bu ören yerleri müzeleri biraz öylesine oluyor.
Elbette bu Palenque bölgesini böyle gezmemek lazım, ören yerine yakın köyde konaklayıp, milli parkta yürüyüşler yapılıp, şelaleler falan gezilebilir. Ama daha önce dediğim gibi, belki de El Niño yılı olduğu için, bu sene soğuk ve yağmur biraz işin tadını kaçırdı, ben de hızlı bir tur yapıp olayı bitirmeye baktım.
Öğlen şehre dönünce bir yemek yiyelim dedik, bu arada otobüs saat on yedi gibi kalkacak, bir restoran ararken, dolmuşları gördük. Her yarım saatte bir kalkıyormuş, Ocosigno’ya kadar gidiyor, oradan da aynı şekilde hemen San Cristóbal‘a devam edebiliyormuşuz. Otobüs biletini iade için terminale geri döndük, bilet keserken bazen isim yazıyorlar, bazen sanırım yabancı olduğumuz için anlamaya üşenip yazmıyorlar. İsim yazılmadığı fiyat iadesi yapamazlarmış, sonunda eleman bileti açık bilete dönüştürdü, her hangi ADO hattında kullanabilirsiniz dedi. Ama daha sonra México City’ye giderken bunu kullanırsak indirim promosyonunu kullanamıyorduk ve daha çok zarar ediyorduk. México City’den yukarılara da ADO otobüsleri (yani Oriente, OCC vs.) çalışmadığı için bu biletler elde kaldı. Ben de Leon’da bir arkadaşa verdim. Ama iyi ki dolmuşlarla devam ettik. Otobüs’ün kalkma saatine biz San Cristóbal‘a vardık.
Burada bir taksi ile Akumel hostele gittik ama hostel kapalı. Kimse yok, çünkü ben otobüse göre ayarladım, hostelworld’e geliş saatimizi gece on bir gibi yazdım. Komşu çamaşırhaneye sorduk, tanımıyormuş. İnceden yağmur yağıyor, hava soğuk, kaldık kapıda. Telefon ediyorum açmıyor. Sonra iki paralel caddeye geçtik, bayağı hareketli, ışıklar, Navidad kutlamaları, ama Ercihan ile koca sırt çantaları. Sonunda Burger King’e girdik. Bir saat sonra Angel telefonu açtı. Bekle geliyoruz dedik. Akumel küçük ama güzel bir hostel, Angel de çok iyi bir eleman. Önce kapıda kalınca biraz kızdım ama sonra sevdim burayı. Tek sorun bir anda iki bin metre rakıma çıktık, hava özellikle gece bayağı soğudu. Angel burada sürekli yağmur yağar dedi.
San Cristóbal, Chiapas eyaletinin en önemli şehirlerinden, bir nevi Zapatista’ların merkezi gibi. Aslında daha çok kalınacak bir yer ama hayatta en sevmediğim şeylerden biri yağmur. Akşam çıktık, hemen México City yani Meksikalıların dediği gibi DF için ertesi gün gecesine biletlerimizi aldık. Bir gün önce aldığımız için indirimli fiyattan adam başı 135 lira ödedik. Yoksa gerçek fiyat iki yüz lira gibi bir şey. Sonra bir rock bara gittik, hava yağmurlu olmasa meydan bayağı keyifli olacaktı. Çünkü üç dört tane yaya caddesi var, barlar sokağı falan. Merida’dan sonra burası gözümüze cennet gibi geldi. Zaten San Cristóbal genelde hippie tarzı gezginlerin bayağı tuttuğu bir yer, gelip günlerce kalanlar var. Hem ucuz hem de güzel ortam var. Bir nevi bana şu an bu yazıyı yazdığım Tayland’ın Chiang Mai’sini çağrıştırdı.
Ertesi gün yağmur ince ince devam ediyor, Angel çevrede gidilecek bir sürü yer söyledi ama vazgeçtik. Akşam otobüs saatine kadar, şehirde dolaştık, öğlen tipik bir restoranda yemek yedik, hostelde pinekledik falan. Tam giderken Angel telefonla taksi çağırdı ama kimse açmadı. Eleman yola çıktı, tamam biz hallederiz dememize rağmen, bir taksi bulana kadar bekledi. Aslında yağmur yağmasa terminal yürüme bir yarım saat mesafede, belki daha az.