Sabah 6:25’te kalkması gereken Varadero’an gelen Santiago otobüsü sanırım Camagüey rezervasyonlu tüm yolcular geldiği için on beş dakika erken kalktı. Yani Küba’da bu Viazul ile seyahat edilirken son anda otobüse yetişeyim, bileti de o anda alırım düşüncesi bazen işe yaramayabilir. Eğer yoğun bir hat değilse, en azından bir saat önce gelmek lazım. En iyisi önceden rezervasyon. Zaten rezervasyona gerek yoksa, bir saat önce gel tamamdır diye söylüyorlar.
Otobüs kalktıktan sonra yoğun bir sidik kokusu yayıldı. Otobüste tuvalet varmış ve kapısı açık kalmış. Kapı kapandıktan sonra da koku pek kesilmedi. Anladığım kadarıyla otobüsler için özel koku giderici bir madde var, onu kullanmıyorlar. Biraz ön tarafa geçerek durumu hafiflettim ama yine de rahatsız edici oldu. Otobüste bir kaç tane Kübalı vardı, sadece onlar tuvalete gittiler. Madem temizlemiyorsun, kullandırma, mola ver..
Diğer Viazul seferlerinde güzel yerlerde mola vermiş, kahvaltı falan yapabilmiştik. Bu ise çıktıktan bir saat sonra ufak bir istasyonda mola verdi. Yiyecek bir şey yok, sadece kahve vardı. Bir ufak suya bir cuc, üç lira vermek koydu ama ne yapalım, aldım. Sonra altı saat Santiago’ya varana kadar sadece yolcu alıp vermek için şehirlerde durdu. Neyse ki yanıma bir paket bisküvi almıştım.
Santiago’ya varınca alışıldığı üzere taksiciler hücum etti, üç cuc istiyorlar. Ben iki cuctan fazla vermem yoksa yürürüm dedim, altı üstü iki kilometre. Taksici Luis alçak sesle ben ikiye götürürüm, arkadaşlara söyleme dedi. Bu arada on beş cuca oda öneren taksiciyi gözüm tutmadı es geçtim.
Elimde bir adres vardı ama Luis tanıdıklarım var dedi, hadi bakalım dedim. Bir sokağa girdik, hepsi dolu idi. Bir tanesi iki gün boş yirmi beş istedi. Sonra bir ana caddeye çıktık, Luis bir yerle konuşurken, öbürü çağırdı. Takside sırt çantası var çıkamam dedim. Geldi Luis çıktı burası dolu dedi. Adam bana yukarıdan üç gün boş demişti. Sonra Luis’e bekle odayı göreceğim dedim. Güzel oda ama adam yirmi beş diyor. Anladığım Luis’e komisyon vermiyor.
Luis yirmi’den aşağı yer bulamazsın dedi ve başka bir mahalleye gittik. Orada arkadaşının evi dolu imiş, bitişikteki tabelası olmayan, izinleri tam almamış, Lisandra’nın evine bak dediler. Bu sefer Luis’den önce içeri daldım ve kıza on beş veririm dedim. Kabul etti 🙂 Banyosu falan yeni bir oda. İzin almak için yüz dolar ödeniyormuş. Onu ödemiş, son bir kaç kağıt kalmış. Zaten bitişikteki kaynanası da oda kiralıyormuş. Burası Eduardo Yero (Rey Pelayo) sokağı 68 numara. Calvario ve Reloj caddeleri arası.
Sonra Lisandra’nın tavsiyesi ile Lonely Planet’te de tavsiye edilen Dolores meydanındaki La Taberna de Dolores’e gittim. Aşağıda barı var, yukarı bahçede restoranı, büyük eski bir ev, konak mı desek. Neyse garson hatun menüyü getirdi. Zar gibi olsa da biftek, pilav, patates kızartma, turşu salata var. Bir de Cacique bira söyledim. Karnımı doyurdum hesap dedim. 64 peso. Ana tabağa yirmi beş yazmış, her tabak için bir şeyler eklemiş. Bira yirmi, o normal.
Hatun peso artı bir cuc hesabı aldı, uyandım, on pesoluk menü dört kat arttı. Gittim menüye baktım, o liste kaybolmuş. Hesabı alan kadının masasına gittim, verdiğim paraları geri aldım. Ondan sonra eğlence başladı. Garsonlar, şef, büyük şef hepsi geliyorlar. Ya kardeşim o bana ilk gösterdiğiniz menüyü gösterin diyorum. Öyle bir şey yok diyorlar. Menü değişim zamanı diyerek saçmalıyorlar. Velhasıl bin türlü yalan. Dedim o menü gelene kadar, buradan gitmiyorum, hesabı ödemiyorum, sonuçta tamamı altı buçuk lira ama kıl kaptım bir kere. Diyorum bu hesabı ödeyeceğim, benim için çok para değil ama o menüyü gösterin. On dakika mücadele ettik onlar da ben de geri adım atmadım. Sonunda ana tabak ve birayı öderim dedim, tamam dediler, 45 peso yani dört buçuk lira ödedim çıktım. Lisandra’ya sordum devlet memurları imiş. Şikayet etsem dedim, bir şey olmaz, ayarlarlar dedi. Sonra odaya geldim, dışarı çıkmadım. Epeydir yazıları yazamadım. Küba ile ilgili bir şeyler kaydetmiştim okuyayım dedim. Neyse yarın Santiago’nun tarihi ve turistik yerlerini dolaşayım..
Santiago ikinci gün
Sabah evde kahvaltı yaptım, Lisandra’nın kocası ile muhabbet ettik. Akşama sana yemek yapalım dedi. Gençlere destek olsun diye tamam dedim. Kahveye şeker kullanmayınca konu Karatay diyeti falan konularından açıldı. Eleman masajcı imiş, üniversitede beslenme vs. özellikle sporcu diyeti üzerine ders veriyormuş ve yayınları varmış. Şeker konusunda pek anlaşamadık. Sonra konu ekonomiye geldi. Eleman iki işte birden çalışıyormuş. Asıl işinden 700, ek işten 400 peso alıyormuş. Yani 110 lira. Devlet gıda yardımı yapıyormuş ama anladığım pek yeterli değil. Kişi başı ayda beş yumurta, sadece hastalara balık, sadece küçük çocuklara süt. Birkaç kilo pirinç falan. Sonunda bir kağıda zorunlu elektrik, gaz harcamalarını, minimum yiyecek fiyatlarını falan yazdı. Adam ekside. Öbür taraftan anlamadığım, bu kaldığım odayı dört ay önce yapmışlar. Bunun eşyaları, bu yepyeni banyo, fayanslar, klima falan. Bu durumda bunları nasıl yaptılar. Borç ile yapmışlar ama bu işlerde başlamak için bile bir paraya ihtiyaç var. Öbür taraftan maaşı ve harcamaları göz önüne alırsan şimdiye açlıktan ölmesi lazım ama domuz gibi maşallah. Valla ben bu Küba’da bu işleri anlamadım. Evde mesela pilavı buharda pişiren elektrikli tencere var, bir markette fiyatına baktım yüz lira civarında. Adamın bir aylık maaşı. Neyse artık bu hesaplara daha fazla kafa yormayacağım. Onlar durumdan fazla şikayet edince Afrika, Hindistan, Kamboçya’da falan halk nasıl yaşıyor, gördüklerimi anlattım. Bu yaşadığınız ev milyarlarca insan için saray statüsünde bunu da bilin dedim. Lisandra borçlardan falan, strese bağlı tedavi görüyormuş. Gülmeye başladı. Bak dedim bu konuşma terapi oldu. Artık doktora gitmene gerek yok.
Sonra Santa Clara’da tanıştığımız aslen buralı olan kız geldi. Onunla çıktık iki kilometre Viazul Terminaline yürüdük, boşuna yürümüşüz. Baracoa için bir saat önce gel, her zaman yer vardır dediler. Sonra bir at arabası dolmuş ile merkeze döndük. İnternet kartı aldım. Önceki yazıları yükledim. Milli boksör olduğunu söyleyen ızbandut gibi biri tebelleş oldu. Israrla “bir cuc ver sevgilimle bana bira ısmarla” diye tutturdu. Yöntem de aynı, önce adını soruyor, sonra el sıkışıp artık arkadaşız. Bugün sen ısmarla yarın ben diyor. Sonra bir anahtar çıkardı, ilerideki bir arabayı gösterdi. Niye ise “arabam var” dedi durdu. Ama tüm çabaları boşa oldu, elbette bir cuc vermedim.
Güya bugün turistik gezi yapacaktım, gene olmadı, caddelerde öylesine dolaştık. Burada ilginç bir durum var. Tüm mağazaların, beyaz eşya da dahil, kamusal binaların falan girişinde bir adam, üç beş şişe. Girenlerin elleri temizleniyor. Meğer çevre köylerde kolera varmış. Buna önlem milleti dezenfekte ediyorlar. Zaten Havana’dan beri kolera afişlerini her yerde görüyordum ama buraya kadar böyle bir uygulama yoktu.
Mağazalara girdim, mallarda kalite falan yok, bizde bedava verseler kimsenin almayacağı elbiseler otuz-kırk lira. Gene adidas’ın mağazası biraz eli yüzü düzgün. Puma’da var, ama bunlar orijinal mi değil mi bilmiyorum. Benimle dolaşan kız bir çanta baktı, mağazalarda en ucuz otuz beş lira, ama beş lira etmez. Sokakta sordu, biri gizlice aynılarından bir çanta getirdi, otuz cuc (doksan lira), güldüm. Kız da bunlar Santa Clara’da on cuc dedi. Çanta almaktan vazgeçti.
Mağazalara insanları sırayla alıyorlar, her yerde olduğu gibi burada da kuyruk var. Galiba çok kalabalıkta hırsızlık olur diye korkuyorlar. Millet camlardan içeri bakıyor. Bu kuyruklar bana biraz da kasaların süper yavaş olmasından kaynaklanıyor gibi geldi. Bir yere ödeme yapmak deveye hendek atlatmak gibi.
Sonra ev sahiplerimin ısrarlarına dayanamayıp kabul ettiğim ikindi yemeği için eve döndüm. Eleman çok güzel bir biftek yapmış. Yanına salata falan. Pilav üstüne chicharro dedikleri bir çeşit beyaz fasulyeden yapılan (bizim kuru fasulye değil ama aynı tat) sos dökülüyor. Velhasıl iyi yedim, fiyatı sormadım, (beş cuc aldı) Lisandra merak etme uygun olacak dedi, bakalım.. Vaktiyle Hindistan’da da aç kalırsın demişlerdi, kilo alıp dönmüştüm, burada da aynı olacak galiba.
Gece kızla buluşup çıktık, ilk gittiğimiz Clup 300’de bir kaç kişi var. Birer Cuba Libre içtik, kapatıyoruz dediler. İkinci yer, Casa de la Musica, orada da bir şey içtik, cuma akşamı in cin top oynuyor. Gelen giden olmadı. Sonra Claqueta’ya gittik. İki cuc giriş parası, sahnede çok iyi çalan bir orkestra. Eh biraz kalabalık sayılır, zaten küçük bir yer. Ortam Beşiktaş, yani çoğunluk beyaz hatunlar siyah gençlerle dans ediyor. Bir kaç tane de beyaz adam siyahi kızlarla. Oturduk, milleti seyrettik. Bende salsa yok, kız da regetoncu. Bir bira içip eve döndüm. Ev sahibi Wilson’a cuma akşamı nasıl bu kadar her yer boş olur dedim. Bu aralar on kilometre uzaktaki San Pedro tarafları popülermiş. İyi de kardeşim hem paramız yok diyorsunuz, hem de şehir içinde o kadar mekan varken niye oraya gidiyorsunuz? diye sordum. Ortam daha iyi imiş. Birkaç aile birleşip taksi tutuyorlarmış. Taksi beş altı cuctan aşağı gitmiyormuş. Hem paramız yok, yetmiş lira maaş alıyoruz diyorlar hem de maaşın üçte birini bir gecede harcıyorlar. Sanırım arayı oda kiralama, taksicilik falan ile kapatıyorlar. Santa Clara geçen hafta, cuma akşamı daha neşeli idi, sokaklarda insanlar falan. Burada bir Plaza Cespedes’de İnternetçiler vardı, o kadar.
Bu arada taksiye hep bizim ödediğimiz fiyatları ödediklerini söylüyorlar ki, açıkçası bana pek inandırıcı gelmiyor..
Santiago üçüncü gün..
Bugün hiç bir şey yapmama günü. Çünkü en görülecek yer Kaleye gitmek için taksi tutmak lazım, iki ya da üç kişi olsam tamam da şimdi on beş cuctan aşağı gitmiyorlarmış. Motosiklet arkasında da on kilometre gitmek istemiyorum, o da beş cuc. Meydana gittim, İnternet çalışmıyor, biraz fotoğraf çekeyim dedim, makinenin batarya bitti. Zaten sıcak, her şey aynı. Geldim bilgisayarda bu yazıya son şeklini verdim.
Öğleden sonra İnternet için alana giderken rom müzesine uğradım. Bir numara yok, bir kaç alet, biraz bilgi, iki cuc. Bir de iki yudum kalite rom tadımı.
Alana geldim, gene ortalıkta hiç İnternete giren yok. Etecsa’nın kapısında elektrik akımı yeterli olmadığından kapalı, özür dileriz yazıyor. Neyse sokaklarda yürürken bir meydanda ellerinde telefon bir sürü insan görünce hah İnternet dedim ve bu yazıyı yolluyorum. Yarın sabah erkenden Baracoa’ya gideceğim.