Dün Guardalavaca’dan Santa Clara’ya geldim. Böylece Küba yazılarınında sonu geldi. Yarın Havana’ya gidiyorum. İki gün kaldıktan sonra çarşamba günü Cancun, Meksika’ya geçeceğim.
Küba hakkında epey bir yazdım, dünkü seyahatle ilgili bir kaç şey daha yazıp olayı bitireyim. Sabah erkenden Almanlar ile kaldığımız evden çıktık. Çıkmadan eve bakan kadın pasaportun fotokopisini geri verdi, gerçi yedekleri var ama unutmuştum, verdiği iyi oldu. Tam o sırada bir defter çıkardı, benim bilgileri yazmaya başladı. Küba’da bu “casa particular” yada “hostal” denilen pansiyonlarda, standart bir defter var. Her girişte kayıt olunuyor, bir de imza atılıyor. Kadın o deftere yazmadığı gibi, ben bakarken defteri biraz heyecanla kapattı. Olayı anladım ama anlamamazlığa geldim. Kadın beni, Almanları ne yaptı bilmiyorum, deftere kayıt etmeyerek iki gecelik parayı cebellezi etti.
Sonra durağa geldik, millet bekleşiyor, iki kıza otobüs -burada “gua gua” deniyor- ne zaman gelir diye sordum. “Bilinmez” dediler. Bir tane dolmuş var “beş cuca götürürüm” dedi. Ben de “iki” dedim, anlaşamadık. Almanlar Varadero’ya gidiyormuş, otobüsleri gece onda imiş, “vaktimiz var biz bekleyeceğiz” dediler. Bu arada otobüs elli kuruş, dolmuşçu ise on beş lira istiyor, durum bu..
Neyse o iki kız dolmuşa bindi, ben ise onu on geçe Santiago’dan bir otobüs geldiğini biliyorum ama Santa Clara’ya gider mi bilmiyorum. Dolmuşçu üç cuc’a düşünce, Almanlar “sen git, belki yetişirsin” dediler. Böylece onlardan ayrıldım.
Yolda millet indi bindi, bakıyorum, on peso, yirmi peso falan ödüyorlar. Dolmuş sonra bir okulun bahçesi gibi bir yere geldi. Herkes indi, ben “Viazul terminali?” diyecek oldum, dolmuşçu “on kilometre ileride, istersen iki cuc daha ver götüreyim” dedi. Ben de bizim köy şivesi ile “ baa bak, ben milletten yedi sekiz katı fazla verdim, bir de bunu yapıyorsun, iş mi bu” dedim. O da dur açıklayayım diyerek, daha önce de duyduğum açıklamayı yaptı. “Bu insanlar ayda yedi dolar maaş alıyor, onların verdiğini orana vurursak senden aldığım para normal” dedi. “İyi de ben Türkiye’den geliyorum, bizim asgari ücrete göre oran yaparsan o hesap tutmaz” dedim. O sırada bir kadın bizi izliyor, kafasıyla onaylıyor. Neyse sonunda bir cuc daha vereyim olsun bu iş dedim. Kabul etti. Varınca baktım on kilometre dediği yer en fazla iki kilometre, yok bile.
Yolda dolmuşçu “Küba’da insanlar aç, yemek bulamıyorlar, devletin verdiği yetmiyor, bak sen dünyayı geziyorsun” geyiğine başladı. Ben de kaç gündür yaptığım karşı saldırıya geçtim. “O kadar da değil, sizin kaleminiz başka ülkelerde insanlar çöpten besleniyor, işsizlik hat safhada, devlet size verdiği o bir gramı bile vermiyor, sağlık falan hizmetleri de hak getire. Sana Laos, Kamboçya falan demiyorum, Avrupa’da sokakta yaşayan insanlar var, benim ülkem bile halkın yarısı açlık sınırında yaşıyor, ne konuşuyon sen” dedim.
Sonra anlatıyor, bu elli yıllık Amerikan arabası yirmi bin dolarmış, evler seksen bin doları bulmuş. “Ee, dedim, millet yedi dolarlık maaşla nasıl alıyor bunları?” İşte dışarıdan para geliyor, turizm falan dedi. “Yani demek ki birilerinde bir para var, o dolmuşa binenler de öyle yedi dolar maaşla yaşamıyorlar” diye son darbeyi vurdum, hemen konuyu değiştirdi, geçen iki kızı gösterip “Nasıl Kübalı çikaslar” dedi. “Güzel de hepsi para peşinde” deyince muhabbet bitti. Ayrılırken, “yine gel Küba’ya” diyerek arkamdan bağırdı.
Bütün bunları niye yazıyorum, burada halkın psikolojisini, durumu, olaylara derinden nüfuz etmeden, sadece sokakta, düz gözlem yapan birinin bakış açısından görün diye. Daha derin analizleri sosyologlar falan yapsın. Şimdi bu Küba’da millet açız falan diyor da, sonra bakıyorum herkesin ayağında son model marka ayakkabılar. Maşallah çoğu domuz gibi besili ama turist görünce bir kaç cuc kuklamak için hemen ağlamaya başlıyorlar.
Dolmuştan ayrılıp Viazul’da bilet kuyruğuna giriyorum, önümde Özdemir Erdoğan’a benzeyen çulsuz bir Alman, bir taksici ile bir derdi var, adamı kovuyor. Bu arada “fucking fucking” diyerek İngilizce bildiği tüm küfürleri Kübaya, Kübalılara ediyor. “Bir daha geleni bilmem ne yapsınlar” falan diyor. O sırada iki önde iki İspanyol hem bilet alıyor, hem biletçi ile konuşuyorlar, işlem doğal olarak uzuyor. Bizim Alman “konuşun fucking İspanyolcayı, zaten hep konuşursunuz, fucking herifler diye hiç durmadan saydırıyor. Arada onlara gülerek Almanca bir şeyler diyor ki sanırım daha derinden yapıştırıyor. Sıra öndeki Kübalıya gelince onu itip öne geçiyor. O zaman anlaşılıyor ki yarına bilet alacak. Yahu biz on beş dakika sonra gelecek otobüste yer var mı? derdindeyiz, bunun bütün stresi bir gün sonraya. Biletçi ile anlaşamayınca, her şeye rağmen bu gıcık Almana yardım ediyorum.
Sıra bana gelince Santa Clara diyorum. Bir önceki Kübalı altı bilet birden aldı. Biletçi bir an kalıyor, bir yere telefon ediyor “şanslısın arkadaşım” diyor. Son kalan yeri aldın. Yoksa bir sonraki otobüs gece onda..
Bu Viazul seferleri turistler için ama, bir takım Kübalılara bir voucher gibi bir şey vermişler, otobüsün üçte biri onlarla dolu idi. Bildiğim kadarıyla Kübalılar bu otobüslerde seyahat edemiyor, yada bunu bana söyleyen iyi bilmiyor. Neyse hepsinin giyimleri falan gayet düzgün, güneş gözlükleri, ellerinde akıllı telefonlar falan. Ama her şeye rağmen durduğumuz molada yemek otuz peso (üç lira) olunca çoğu yemedi, hatta bir kısmı şoförle epey tartıştı, niye bir paladarda durduk diye. Şoför ben şirketin bana dur dediği yerde duruyorum deyince kadın “sen yolcuların mı, şirketin mi şoförüsün? diye sordu. Adam da “şirketin” deyince kadın epey bir söylendi. İşte bir “hoş geldin kapitalizm” durumu daha.
Evet, geldiğimden beri şans hep yanımdaydı, hep son anlarda bir şey oldu, ya ucuz bir yer buldum yada ulaşım. Bugün bir yerlerde biraz oyalansam, otobüsü kaçırmamam işten bile değildi.
Akşam Santa Clara’ya varınca daha önce kaldığım Paladar Hostale yerleştim, sonra geçen bahsettiğim hatunla buluştuk. Yeni açılan modern bir hamburgerciye gittik. Sonrası boğazımda enfeksiyon var galiba, yanma hissi, geçen sene Arjantin’de de olmuştu. Klimalardan oluyor sanıyorum. Keyfim ve diskotek falan yapacak durumum yok, odaya dönüp yattım. Yolda dilencilerden biri burada sürekli karşılaşıldığı üzere arkamdan “İtalyan… Alman” diye bağırdı. Sonra “Turco” dedi “biliyorum Turco” şaşırdım adama baktım, para vermeden yürüdüm gittim.
Şimdi burayla ilgili belki polemik olacak bazı şeyler yazdıktan ve ufak tefek yüzeysel fakat anlamlı tespitler yaptıktan sonra, bu Küba’nın derdi seni mi gerdi diye düşünebilir. Sonuçta Küba, bir şekilde iddialı bir ülke, devrim, sosyalizm falan. Ama aslında bu tüm deneyimi sağlıklı bir şekilde değerlendirmek de zor. Çünkü işin öbür boyutunda bizim “ambargo” onların “blokaj” dedikleri durum var. Eğer blokaj olmasaydı nasıl olurdu, Çin, Vietnam gibi çoktan full-time kapitalizme geçiş mi yaparlardı, ya da tersine çok daha iyi işleyen bir sistem oturtabilirler miydi, bunlar hep tartışılabilir şeyler. Elektrikli otomobil çağına geçiş aşamasında hala atlarla taşıma yapılması, ana organizasyonda bir şeylerin tutmadığının göstergesi midir? Elli yılda yaşamı daha başka bir biçimde örgütleyip daha bilinçli bir halk ortaya çıkmamış olmasını nasıl anlamak gerekir? Madem blokaj var, teknolojiye alternatif bir yaşam biçimi kurulabilecek yüksek bir bilinç ve kararlılık oluşturulsa idi nasıl durum olurdu? Bunlar hep sorular.. Gerçi altyapısı belli bu Karayip halkından çok fazla bir şey beklemek de haksızlık oluyor galiba.
Ama şu turistik yerlerde oraya yerleştirilmiş ağzında puro dans eden bir kaç yaşlı kadın görüp, fakir ama mutlu ülke geyiği kesinlikle doğru değil. Diğer yandan bir arkadaşın bir forumda yazdığı çocuğuna süt almak isteyenleri görünce dayanamayıp süt alması da profesyonel dilencinin ağına düşmek, çünkü sonradan o sütü satıyorlar. Zaten önce hediyelik bir eşya satma ile başlıyorlar, sonra süt alma, o da olmazsa, bir cuc, o da olmazsa yirmi pesoya kadar düşüyorlar. Genelde turistik mekanlarda olduklarından insanlarda yanlış imaj oluşturuyorlar. Bu da turizmin her ülkedeki gerçeği.
Sonuçta değişik bir ülke, çok fazla değişmeden gördüm. Basit bir turist olarak, etinden sütünden yararlandım, onlar cucları kukladılar. Herkes memnun, win-win durumu. -Burası Antartikayı keşfetmiş havasında kitap-blog yazanlara ince mesaj, belirteyim de içimde kalmasın, yoksa bazı şeyler anlaşılmadan kalıyor 🙂 – Neyse gezdik gördük, iyi oldu. Bir daha gelir miyim, orası şüpheli, bilmem?
Bu sabah kalktım, Viazul’e kadar yarım saat yürüdüm. Geçen hafta bu fotoğraftaki kamyonu görmüştüm ama fotoğrafını çekmemiştim. Bugün aynı yerde bir daha görünce çektim. Ortalıkta hiç ilan, reklam, panosu, zırtı pırtı olmayan bu ülkede ilginç bir görüntü.
Yarına Havana biletini hallettim. Sonra Havana’da kaldığım hosteli aradım, ayın 25’ine kadar yerimi ayırttım. Küba’da son durum bu minvalde, yaklaşık bir aydır Evliya Çelebi gibi yazıyorum, artık Meksika’dan devam ederim.
”Ama şu turistik yerlerde oraya yerleştirilmiş ağzında puro dans eden bir kaç yaşlı kadın görüp, fakir ama mutlu ülke geyiği kesinlikle doğru değil” özeti olmuş.
Sosyologlar senin gibi tespitler yapamazdı. çok keyifli yazılar oldu. çoğu kişinin Küba’ya ilişkin soru işaretleri giderilmiş oldu. Eline sağlık. takibe devam……
Ersoy, ellerine sağlık, Küba hakkında okuduğum en fazla “işe yarar” bilgi barındıran ve objektif yazılar yazdıkların 🙂 Parayla satın alınan “romantizm”lerden eser yok, hayal kırıklığının saldırganlığı da 🙂 İstanbul’a döndüğünde bir akşam sohbet etmek de isterim 🙂 İyi gezmeler 🙂
Çok iyi olur, ama belki de Türkiye’ye dönmeden başka yerde karşılaşırız, belli mi olur..