Adını çok duyduğum ama hiç yaşamadığım Songkran festivalini, olayın en yoğun yaşandığı yerlerden biri olan Chiang Mai’de geçireyim dedim ve Kanchanaburi’den bir akşam üzeri yola çıktım.
Otobüs sabah beş gibi Chiang Mai otogarına vardı. Sırt çantalı bir çifte ne yapacaksınız diye sordum. “Yürüyeceğiz, vakit çok” dediler. Tamam vakit çok da, gece zaten doğru dürüst uyuyamamışım, bir de üzerine bir saat yürüyemem. “Ben taksi bakacağım” dedim. “Geçen sene 50 bahta gitmiştim” diye de ekledim. Daha önce buraya benim gibi üç-dört defa gelmişler. Herhalde önceki gelişlerde kazıklanmışlar ki, kız olanı 50 baht’ı duyunca hemen boyfriendi ile fısır fısır konuştu. Baktım arkamdan geliyorlar.. “Share taxi?” “Yes” 🙂
Adam başı 30 bahta bir “şeyr taksi” bulduk, şoför bir kaç kişi daha topladı. Hepimizi doğu kapısında “Thapae Gate” bıraktı. Her yer kapalı, yapacak bir şey yok. Bir yirmi dakika yürüme ile Chang Phuak’da yani kuzey kapısı yakınlarında bulunan Zoe hostele devam ettim.
Hostelin bulunduğu sokağa girdim, “Anaa..” burada sıra sıra bir sürü hostel var. Bu Chiang Mai’ye dördüncü gelişim. Bu yolun önünden de bir kaç defa geçtim. Hayret, burayı fark etmemişim. Zoe hostel en sonlarda, şifreli kapı açık, içeri girdim. Yerdeki yastıklara serilip resepsiyoncu kız gelene kadar uyudum.
Songkran festivali
Chiang Mai’ye bu seferki geliş amacım, biraz da Songkran festivalini burada geçirmek. Peki nedir bu festival? Tay yeni yılı her sene 13 Nisan’da kutlanıyor. İşin ucu Hindistan’a kadar gidiyor, astrolojik olarak Koç burcunun yükselişinden yola çıkmışlar. Tarihleri biraz değişik ama ana fikir Nevruz ile aynı. Baharın gelişi, doğanın canlanışı, gençlerin kanının kaynaması, kedilerin damlara çıkması vesaire vesaire…
Neyse bu kutlamaların turistleri çeken en önemli özelliği ise milletin birbirini ıslatması. Onun da çıkış noktası şöyle; ilk başlarda, sabah tapınaklarda Buda heykellerine ve sonra ziyaret edilen yaşlıların ellerine su serpilirmiş -ki bu kısmı hala devam ediyor-. Ve daha sonra yollarda falan birbirlerine de su serpmeler başlamış, ama yavaş yavaş abartmışlar. Turizm canlanması ile de işler tam çığırından çıkmış, olay su savaşlarına dönüşmüş. Bütün hafta boyunca yol kenarlarında su tabancaları, kovalar satılıyor. Eğer bir Songkran festivaline denk gelirseniz donunuza kadar ıslanmak garanti. Hiç öyle çoluk çocukla yürüyorum, mesela havaalanından yeni geldim, bavullar, telefon, kamera falan var, dikkat ederler diye düşünmeyim. Kovayı kafadan aşağı boşaltıyorlar..
Ha, bu kutlamalar öyle bir gün ile sınırlı değil, ayın 14 ve 15’i de devam ediyor. Yani üç gün boyunca sokağa çıkarken her türlü önlemi almak gerekiyor. Benim fikrim, bir gün iyi, hadi ikinci gün de tamam ama fazlası biraz sıkıcı oluyor. Aslında ufaktan ufaktan ayın 12’i öğleden sonra başlıyorlar, yani tam dört gün. Ben artık beşinci gün, yani pazar günü de devam eder diyordum, ama bitirdiler. Çünkü bazı Taylılar devam eder demişlerdi. Belki bu sene hava kapalı idi, yağmur, serin hava engel oldu bilemiyorum.
Bu olayın Chiang Mai’de çok daha yoğun yaşanmasının nedeni; kare biçiminde olan eski şehrin, yani surların dört tarafının bir su kanalı ile çevrili olması. Normalde parmağını sokmayacağın su, artık pis, temiz denilmiyor, kafalardan aşağı dökülüyor. Vallahi ben nereden baksan bir kaç bardak yuttum bile ama bir şey olmadı. Daha sonra tanıdığım Perulu bir kız enfeksiyon kaptım, alerji oldum dedi. Yine onun hostelde birisi, kollarında böcek ısırması falan yaralar varmış, kolu şişmiş. Ama benim tanıdığım kimseye böyle bir şey olmadı. Hele ilk gün, üç Türk arkadaş, bir kova aldık, kanalın kenarında saatlerce milleti ıslattık ve ıslandık.
Aslında ıslanmak falan sorun değil, hava sıcaklığı neredeyse 40 derece ama o buzlu su kullananlar yok mu? İstemeden de olsa onların sülalesi bir anılıyor. Hele ikinci gün öğlen yağmur yağdı, bir anda hava biraz serinledi. Buzlu su mermi etkisi yapmaya başladı.
Ben ikinci günü Bülent Baba’nın verdiği su tabancası ile geçirdim, o da çok keyifli oldu. Haznesi geniş değildi ama çok uzağa fışkırtıyordu. Bir ara buzlu su da doldurdum. Sonra gün içinde 2013’den beri burada “free hugs” yapan Luciano ile kulaklaştım. Bülent Baba dükkanı bırakıyor, kapanmadan son bir karışık pide yedim. Daha sonra başlayan sağanak yağmurda, ıslanma kokusu olmadan, hostele döndüm. Yağmur ile havada serinlemeye başlamıştı. Alışık olmayan Taylılar tir tir titriyordu.
Pazar günü festival bittiğinde hostelde herkes gitti, ortalıkta en az yirmi tane su tabancası vardı. Sanırım onları seneye yine turistlere satacaklar 🙂 Tanesi 30-40 lira, ucuz da değil meret. Günler sonra havaalanında bir Çinli gördüm su tabancalarını memleketine götürüyordu.
Bu su atma işinde Taylılara bir sözüm yok, “atma” deyince duruyorlar ama Batılı turistler ve özellikle Çinliler işin tam suyunu çıkarıyor. Hortumlarla milleti sulamalar, buzlu suları deli gibi boca etmeler. Özellikle üçüncü gün benim için bayağı kritik oldu. Özgürce Dünya blog yazarı Özgür ile Maya alışveriş merkezinde buluşalım, bir şeyler yiyelim dedik. Benim oraya gitmem yürüme yarım saatlik bir mesafe. Neyse arka sokaklardan, bir kaç Taylıya “atma kardeşim” diyerek kupkuru gittim. Islanmak sorun değil de, öyle sırılsıklam, 18 derece soğutulan AVM’ye girmek olacak iş değil. Tam içeri gireceğiz, bir kafenin önünde garson “buyurun” dedi. Biz girmeyince arkadan soğuk suyu boca etti. Neyse şorta geldi, çok ıslanmadık. Maya AVM’nin önünde ıslanma partisi vardı, kocaman hortumlarla, tazyikli sular sıkılıyordu. Yan tarafta ise köpük olayı, işte oraya girip biraz video çektim.
Dönüşte yine arka sokaklardan gidiyorum. Çinlileri az bir hasarla kurtardım. Bir hostelin önünde yolu kesmiş turistleri da tam sıyırmıştım ki, aralarından yaşlı biri buz gibi suyu sırtımdan aşağı boca etti. Artık dayanamadım, anlayacağı dilden, orta parmağı gösterdim 🙂 Ondan sonra film koptu, ilk kazandan bir kova kaptım, kaldığım hostele kadar savaşa savaşa geri çekildim..
Tapınaklar
2007 yılında yazdığım Chiang Mai yazısında görülmesi gereken üç tane tapınak var, özellikle Wat Chedi Luang’ı mutlaka görün yazmışım. Bu sene bu tapınağın girişini turistlere ücretli yapmışlar, 40 baht. Wat Chiang Man ve Wat Phra Sing ise hala ücretsiz.
Decathlon
Filipinler’de kaybettiğim saatin aynısını almak için burada yeni açılan Decathlon mağazasına gittim. Mağaza, Tesco Lotus alışveriş merkezinin içinde ve şehir merkezinden sarı kamyonetler ile kolayca gidilebiliyor. Önce Dtac’tan cep telefonuna kontur yükledim. Elemanlara burada “Decathlon varmış, nerede?” diye de sordum. Üçü de “Bilmiyoruz, yok, Central Airport Avm’de” gibi şeyler söylediler. Hani telafuzu anlamazlar diye cep telefonundan gösterdim. Yok, bilmiyorlar. Bir tanesi danışmaya sormaya gidiyordu. “Dur gerek yok, ben bulurum” dedim. Bulundukları standı biraz ilerledim, kocaman Decathlon yazısı ile burun buruna geldim. Anlamadığım, AVM’in girişinde her iki metrede bir Decathlon afişleri var. Dışarıda dev gibi ismi yazıyor. Hemen beş metre gerilerinde kocaman mağaza.. ama haberleri yok. İlginç, buraya fotoğrafı koyuyorum. Olayı tam anla(yama)yın diye..
Fiyatlar Türkiye ile aynı, hatta almak istediğim saatin fiyatı İnternet sitelerinde on lira daha fazla gözüküyordu ama mağazada aynı çıktı. Ürünler de genel olarak aynı, ama bizde olmayan bazı şeyler var. Özellikle belki yeni sezonda gelecek, güzel, daha kullanışlı, sırt çantaları gördüm. Neyse alışverişimi yaptım, kasaya geldim. Eleman adet olduğu üzere Decahtlon kartınız var mı? diye sordu. Var da Türkiye’den.. Nedense bunu düşünmüş, acaba ne olacak diye, telefona yüklediğim kartın bar kodunu hazırlamıştım. Eleman kodu okuttu, çat diye ekranda daha önce aldığım ürünleri gördüm. İşte globolizm bu. Chiang Mai denilen bir yerde kasaya gidiyorsun, Ankara’dan aldığın donu ekranda görüyorsun 🙂
Biraz da dağınık bilgi
Bu şehirde bu sene de iki hafta kadar kaldım, arada bir Pai’ye gittim, geldim. Onu ayrıca yazarım. Buradan da Sukhothai’ye gideceğim. Chiang Mai Tayland’ın diğer turistik şehirlerine göre oldukça ucuz bir şehir. Bu aralar, Songkran sonrası sezonda bitti, hosteller 3 dolar. Şu an kaldığım fanlı, banyolu odaya yirmi lira veriyorum.
Ayrıca Chiang Mai bir yemek cenneti, hem ucuz, hem çeşit bol. Tam yaşanacak yer, bunu keşfeden “digital nomadlar” buradaki yabancıların önemli bir bölümünü oluşturuyorlar. Oda kiraları beş yüz liradan başlıyor, bin liraya kadar gidiyor. Daha ucuz yok mu? Elbette var. Ama genelde yabancıların kaldığı merkezi, havuzlu falan yerler bu fiyatlara.
Kendi çapında bir gece hayatı, gece pazarları, doğası.. özellikle bisiklet, çevre gezileri için ideal bir yer. Aşağıda Instagram hesabında görüleceği gibi ben de bir kaç gündür motosiklet kullanmayı öğrenmeye başladım. Artık Türkiye’ye dönüşte ehliyete motosikleti de ekleteceğim. Burada ehliyetsiz kullanmak biraz sakat, polis 400 baht cezayı hemen yapıştırıyor diyerek bu yazıyı da bitireyim..