Bloga yazmayı en son San Francisco’da bırakmıştım. Arada Tayland, Filipinler, tekrar Tayland dolaylarında bir süre dolaştıktan sonra epeydir gitmeyi düşündüğüm Endonezya için yola koyuldum. Bileti Bangkok-Yogyakarta olarak Air Asia’dan almıştım. Air Asia uçuşları Bangkok’ta Don Mueang Uluslararası havalimanından kalkıyor.
Don Mueang Havaalanı
Don Mueang Bangkok’un eski Uluslararası havalimanı, Suvarnabhumi açıldıktan sonra biraz atıl kaldı, sonra low-cost uçuşların tüm dünya gibi burada da moda olması ile yeniden canlandı. Hatta eski Terminal 1’in bitişiğine yeni modern Terminal 2 yapıldı. T2 aktif ama tam olarak bir kaç aya biter, bu uçuşta gördüm, hala bazı dükkanların inşaatı falan devam ediyor. Air Asia duruma göre iki terminalden birini kullanıyor, geçen hafta Phuket’e Nok Air ile giderken T2’yi kullanmıştık. Gördüğüm kadarıyla şu an T1’den daha çok uluslararası uçuşlar yapılıyor.
Burada dikkatimi çeken bir şey, check-in yapılan bagaja yedek batarya koymayın diye sıkı sıkı uyarıyorlar. Son zamanlarda herkes telefonun yanında bir yedek batarya, pil vesaire taşıyor. Bunların el bagajında olması gerekiyormuş. Başka havaalanlarında böyle bir uyarı görmedim, ya da dikkatimi çekmedi.
Bangkok’ta Don Mueang havalimanına gitmek biraz çetrefilli, özellikle Sukhumvit bölgesinde kalıyorsanız. Sukhumvit’ten Suvarnabhumi’ye gitmek için BTS ve Air Link kombinasyonları gayet hızlı ve ekonomik. Don Mueang’a gitmek için ise BTS yada MRT ile Mo Chit durağına kadar gidip, A1 otobüsleri ile devam etmek en uygun seçenek. BTS ile gidiyorsanız Mo Chit son durakta inip 3 nolu çıkıştan çıkıp, biraz ilerideki duraktan A1’e binebilirsiniz. Durakta A1 için bir pankart koymuşlar, otobüs geldiğinde biletçi hatun “airport” diye bağırıyor. Buradan yarım saatte alana varıyor, ücreti otuz baht. Bazen bu yolda bayağı trafik oluyor, her durumda biraz erken yola çıkmak iyi olur.
Jakarta’da alanda geceleme
Uçuş Jakarta aktarmalı, gece yarısı alana vardık. Eskiden Endonezya girişte 35 dolar alıyordu, bir kaç hafta önce giden bir arkadaş kalktığını söyledi. Alana girince vize ödeme gişesini görünce meraktan sordum. Görevli kaç gün kalacaksın dedi, yirmi gün kadar deyince pasaport kuyruğunu işaret etti. Pasaport görevlisi de aynı soruyu sordu, sonra bir şey demeden bir aylık giriş damgasını bastı. Diğer arkadaşların söyledikleri gibi, ne uçağa binerken check-in sırasında ne de burada dönüş bileti vesaire bir şey sormadılar. Geçen aylar Tayland’a iki kere girdim, yine aynı şekilde.. Bu güne kadar bir Meksika kıllık yaptı, asıl zorluk çıkardığı söylenen ülkelerde hiç bir şey olmadı.
Bangkok’ta check-in sırasında kız bagajını Yogyakarta’ya kadar gönderiyorum deyip etiketi de göstermişti. Pasaporttan sonra ne olur ne olmaz diye bagaj bandına baktım, benim sırt çantası dönüyor. Almasam bir şekilde öbür uçağa transfer olur ama en iyisi alayım, ellerimle teslim edeyim garanti olsun dedim. Yogyakarta uçuşum sabah altıda, daha beş saat var. Bir görevli alan sabah üçte açılıyor dedi. Her taraf kapalı, sadece ufak bir market açık bırakmışlar, su falan aldım, fiyatlar normal. Sonra bir bank bulup biraz uyudum.
Sabah olunca seslere uyandım, alan açılmış. İçeride olduğum için bagajı vereceğim bir yer yok. Bir görevliye söyledim. Aslında pasaport kontrolden çıkıp, iç hatlara tekrar girmem lazım ama durumu anladı. Sırt çantasını x-raydan geçirip beni yan kapıdan içeri soktu. Kontuar açılmamış ama orada bekleyen görevli kıza da durumu anlattım. Buraya bırak ben uçağa gönderirim dedi.
Yogyakarta’ya nihayet varış
Yogyakarta’nın Adisucipto havalimanına varınca, Laura’s Backpackers 523’e gitmek için alt geçitten hemen karşıda bulunan Maguwo tren garına geçtim. Şehir merkezi Lempuyangan’a bilet aldım. Zaten tek durak, sekiz dakikada varıyormuş, vardı da.
Endonezya rupisi daha sıfırları atmamış, valla yıllar önce gelen turistleri şimdi anlıyorum, bayağı kafa karışıyor. On bin rupi, iki liradan bir kaç kuruş fazla. Alışmak zaman alacak.
Hostelin yerini haritalarda işaretlememişim, İnternet de yok. Aslında orada bir sim-kart alabilirmişim, bayağı ucuzmuş. Bir tarif göndermişlerdi, ama bir sokak önce dönmüşüm, birilerine sordum, bilmiyorlar. Sonra başkalarına sordum, onlar epey tartıştıktan sonra en azından yön olarak işaret ettiler. Biraz ilerleyince bir motorcu seni götüreyim dedi, fahiş bir fiyat söyledi. O sırada daha önce yol sorduğum kadın motorla geldi, doğruymuş bu yöne git, motora gerek yok dedi. Haritadan da hatırladığım kadarıyla o yöne gittim, sokağın köşesinde zaten hostelin tabelası var, kolayca buldum. Ama yön duygusu zayıf olanlar için karışık yerler. Bir kere her sokağa otomobil giremiyor, sadece motosiklet. O nedenle sokak adı yok, biraz labirent gibi.
Endonezya’da ilginç bir olay da ulaşım için Go-Jek diye bir Android ve IOS uygulaması var. Easy Taxi, Uber uygulamalarının benzeri, ama burada motosiklet geliyor.. Taksi içinse tam yasal olmamasına rağmen Uber ve yerel bir uygulama olan Grab en iyi seçenekler.
Dorm’taki yatağın boşalmasını beklerken yolda gördüğüm dükkana gidip bir İnternet paketi aldım. Telkomsel, 3G (H+) olmasına rağmen diğer 4G olan şirketlerden iki katı daha pahalı idi. Neden dedim, daha hızlı imiş. Bunu niye yazıyorum, şimdi bizde 4.5G geliyor, herkes İnternet uçacak diye bekliyor. Bütün olay fiber altyapısı ile alakalı. Ne 4G’ler gördük kağnı hızında idi. On iki liraya evet 12 TL’ye bir aylık 4 GB bir paket aldım, Simi taktım hemen çalıştı, ne aktivasyon ne bir şey. Şu an kullanıyorum, Filipinler’deki 4G’den belki de dört kat hızlı, o kadar yani..
Hostele yerleştim, şu an yağmur mevsimi, havada acayip bir nem var. Hostelin elemanları çok yardımsever, hakkım olmadığı halde, kahvaltı, meyve, çay sundular. Erken geldim ama yatağımın önceki sahibi erken çıkınca hemen yatağı hazırlayıp verdiler. Odada klima var ve herkes gitmiş. O yol yorgunluğunun üzerine süper bir uyku çektim. Burası genel olarak Filipinler’e çok benziyor, zaten dilleri de akraba sayılır, yazılar falan. Ama asıl akraba Malezya, aynı orası gibi “keluar, salamat” falan deniyor. Bu “keluar” lafını nedense, nedeni yok, çok beğeniyorum, çıkış demek. Malezya dönüşü bir sticker’ını alıp evin kapısına yapıştırmıştım.
Kendime gelince önce ertesi gün için Borobudur turu aldım. Anladığım kadarıyla bisiklet, motor kullanmıyorsan en iyisi bu. Tur pahalı değil. Asıl müze girişleri fahiş, neredeyse yüz lira. Aslında ben on üç dolar anlamıştım, akşam odada komşularla konuşurken acı gerçeği öğrendim, thirteen değil thirty imiş.
Sonra akşam çıktım, şehrin ana caddesi Malioboro’da bir tur attım, insanlar sokaklarda, alışveriş, selfi çılgınlığı falan. Hava acayip nemli sıcak ve bu sıcakta mont giyen bir sürü insan var. Kızlar hadi baş örtüyor, kapalı giyiyor diyeceğim ama erkeklerde öyle. Ben ince bir tişört ile şıpır şıpır terliyorum. Satılan tişörtler hep kalın kumaş. Bir sokağa girdim, sırf spor ayakkabı. Ben bu ülkede yaşasam zar inceliğinde tişört ve terlikten başka bir şey giymem ama kapitalizm böyle işte, tropikal ülkede yaşayan insana ayakları boğan ayakkabıları satıyor. Bangkok’ta dikkat ettim, turistler dışında terlik giyen kalmamış. Orada yine insanlar marka falan giyiyor, burada kalite hemen kasaba pazarı seviyesine düştü, o spor ayakkabılar, ucuz Çin malı, ilk giyişte dehşet bir koku ürettiğine bahse girerim.
Bir de caddedeki mağazaların yüzde doksanı batik satıyor. Batik deyince aklıma alacalı bulacalı boyanmış kumaş geliyor ama sanırım yanlış biliyorum. Bir ara sorar öğrenirim 🙂
Endonezya, Yogyakarta’dan ilk izlenimler bunlar.. devamı umarım gelecek..